HARUN TOKAK

Demokrasinin Kerbela’sından Demokrasi Adasına

Geçen hafta 19. Abant toplantısı vesilesi ile yine Abant’taydık.

Güneşin son kızıl ışıkları karşı tepelerde erirken eriştik bir billur kase gibi duran büyülü gölün kıyısına.

Diplerde koyulaşan gölgeler yamaçlara doğru tırmanıyor, Abant siyah bir şala bürünüyordu.

Akşamın çökmesiyle birlikte, leyli kuşlar, kurbağalar, böcekler özgürce çığlıklar atmaya başladı gecenin koynunda.

Karşı köşkün ışıkları dans etmeye başladı gölün lacivert sularında.

“Burası Abant… Gündüzü ayrı, gecesi ayrı güzel… Her mevsim bir başka güzel…” demekten kendimi alamıyorum.

Otelin girişinde yine o güler yüzlü görevliler karşılıyor bizi.

Salonun bir yanında odunları çıtırdamaya hazır bekleyen görkemli bir şömine, diğer yanında ıtırlı kokularıyla salonu büyüleyen Yuka çiçeği yerli yerinde duruyor.

Kırçıl saçlarının beyazları biraz daha belirginleşmiş olan zarif sanatçımız elinde uduyla yine her zamanki yerine kurulmuş; “Nasıl geçti habersiz o güzelim yıllarım”ı söylüyor.

Yüzündeki buruk hüzün yayılıyor salona. Herkes yerinde sakin sakin otururken ben hayalimin mazi yakasındaki yamaçlarda gezintiye çıkıyorum.

İlk Abant toplantılarına alıp götürüyor bu güzel şarkı beni.

“Her anını eksiksiz dün gibi hatırlıyorum”

Genç yetenek Ertuğrul Erkişi, 1998 yılındaki ilk toplantıda bu şarkıyı söylerken rahmetli Yavuz Gökmen de eşlik etmişti ona.

Kısa bir süre sonra da aramızdan ayrılmıştı.

“Nasıl geçti habersiz o güzelim yıllarım” derken sanki son günlerini yaşadığını biliyordu.

Fehmi Koru Bey’in pek çok kabiliyetini zaten biliyorduk ama musiki yeteneğini o gün keşfetmiştik.

İlk gün toplantı içinden çıkılmaz bir hâl almıştı.

“İslam ve laiklik” tartışılıyordu.

Kezban Hatemi , “Kıvırmayın ilahiyatçılar” diye bağırıyor, Yaşar Nuri Öztürk Hoca, önce salonu sonra da Abant’ı terk ediyordu.

Bağıranlar, ayağa kalkanlar, salonu terk edenler, tehdit edenler…

“Devleti böldürmem, bir karış toprağını verdirmem” diyenler…

Kim satıyordu kim alıyordu hâlâ anlayabilmiş değilim.

“Devlet kutsaldır” diyenler, “hayır değildir” diyerek birbirinin üstüne yürüyenler…

Kelimenin tam manasıyla I.Abant Meydan Muharebesi…

Ben kendi kendime “Nasıl böyle bir hata yaptım,” diyor ve kendimi, cinleri başına toplayıp dağıtamayan medyumlar gibi hissediyordum.

İlk çıkış yolu denemesi deneyimli gazeteci Sayın Fehmi Koru’dan geldi:

“Ben bazı maddeler hazırlayayım öğleden sonra onların üzerinde tartışalım, oturum başkanlığına da herkesin saygı duyduğu Mehmet Aydın Hoca’yı getirelim” dedi.

Bu teklif hemen kabul gördü.

Aydın Hoca öğleden sonraki ilk celseyi son derece değerli bir konuşmayla açtı.

Ortalık bir anda sakinleşmişti.

Son derece yararlı müzakereler gece yarısına kadar sürdü.

Önemli bir bildiriye doğru gidiliyordu.

Herkes heyecanlanmıştı.

Rahmetli Yavuz Gökmen Abant’tan Ertuğrul Özkök’ü aramış ve “Burada çok önemli bir toplantı yapılıyor. ” demişti.

Bütün basında I. Abant geniş yankı bulmuş, başta Hürriyet ve Zaman olmak üzere gazeteler toplantıyı ve sonuçlarını kamuoyuna “Bu bir Rönesans!” diye duyurmuştu.

Gölün ışık sarhoşu dingin sularının kenarında yapılan bu fırtınalı toplantı sonunda, “Birlikte yaşamak zor ama imkansız değil” tezi öne çıkmış, böylece ilk Abant bildirisi günümüz Türkiye’si için çok anlamlı bir ayırıma da berraklık getirmişti.

Başta bilge insan Hayrettin Karaman Hoca olmak üzere, ülkemizin pek çok mümtaz din aliminin de bulunduğu toplantıda, İslam dini ve toplum açısından önemli bir viraj, olumlu bir şekilde geçilmişti.

Türkiye’nin, İslam ve laiklik gibi 75 yıllık sancısına cesurca parmak basılmış, derinlerde dip dalgalar oluşturan bu konu ilk defa su üstüne çıkarılmıştı.

O gün bu gün bir demokrasi adası gibidir Abant.

2000 yılında Mehmet Aydın, Kemal Karpat, Mete Tuncay, İlber Ortaylı gibi değerli hocalarımızın bizzat elleriyle diktikleri demokrasi ağacı da sembol haline gelmiştir.

Hayalimin gittiği on bir yıl öncesinden, geriye geldiğimde baktım sevimli sanatçı hâlâ sahnedeydi.

Ben hayalimin tepelerinde dolaşırken sanatçı bir başka şarkıyı seslendirmeye başlamıştı.

“Misafirim bugün ben gurbet akşamlarına” şarkısını nakaratta değiştiriyor ve “misafiriz bugün biz Abant akşamlarına” diyordu.

Yuka çiçeğinin bayıltan kokuları muttasıl yayılıyor çevreye.

Hoş bir koku dolduruyor salonu…

Gece bir hayli ilerleyince yol yorgunu konuklar birer ikişer odalarının yolunu tutuyor.

Sabah erken kalkıyoruz.

Abant’ta güneşin doğuşunu temaşa etmek pek doyumsuz çünkü.

Derken gün ışımaya başlıyor karşı yeşil tepelerin ardından.

Billur kasenin içindeki sedirler, ladinler, çamlar yavaş yavaş belirginleşiyor.

Kuşlar acele acele uçuyorlar dallara doğru, dağlara doğru.

Abant, derin bir yaz uykusundan uyanıyor yeşil ve mahmur gözleriyle.

Bu dakikalarda, böcekler, kuşlar, ağaçlar, seher yeli güneşin doğuşunu çığlıklarla karşılıyor. Her bir varlık kendi dilince katılıyor, güneşin doğuş şarkısına.

Demokrasi ağacı da güneşin ilk ışıklarında yıkanmaya başlıyor.

Şimdilerde sağ ve solundaki sundurmalarla sıkıştırılmasına rağmen, hiçbir tehdide aldırış etmeksizin bir hayli boy atmış olduğunu görüyoruz.

Anadolu’nun ve Abant’ın sert kışlarına kararlı bir şekilde direnmiş yalnız başına dimdik duruyor.

Daha dün küçük bir filizdi.

Etrafını kamelyalarla kuşatsalar da, bu gün koca bir ağaç olma yolunda.

Toprağa iyice kök salmış, yerini de sevmiş görünüyor.

Bütün bu temaşanın arasında düşünüyorum da, aydınımızın, ateşle imtihanıydı Abant.

Bu başarıldı.

Bu gün bir “Abant Ruhu” oluştu. Bu ruh, Avrupa Parlamentosu’nda, Sorbon’da, Kahire’de El Ehram Sarayı’nda, BM’de, Erbil’de tartışma cesaretini gösteriyor, sesini duyuruyor.

Bu sesi duyanlar biliyorlar ki :

Bu ses, cesurdur, demokrattır, özgürdür…

Bu ses, ötekine saygılıdır, hoşgörülüdür, diyaloğa açıktır…

Bu ses, yenilikçidir, yobazlığa karşıdır, tartışmacıdır…

Bu ses, ilmin ve fikrin ışığına saygılıdır…

Bu ses, bir bilgi şölenidir….

Anadolu’dan özgür rüzgârlar ulaşıyor Abant’a.

Durgun göl kıpırdıyor… Sık ve gür ormanların tepelerine tırmanıyor rüzgâr.

Kayın ormanları uğulduyor. Dallarda kuş sesleri gittikçe çoğalıyor.

Karşı koyu yeşil tepelere güneş vuruyor.

Yeşilin ışıkla doyumsuz dansını seyre dalıyoruz. Abant sabahlarında saçlarından yakaladığımız demokrasi baharını seyrediyoruz.

Toplantının bu yılki konusu yine demokrasi üzerineydi. Açılışta, seksen beş yaşındaki koca çınar Kemal Karpat Hoca’nın konuşması toplantının yol haritası gibiydi.

Başbakan yardımcısı ve devlet bakanı Sayın Bülent Arınç ve AB’den sorumlu devlet bakanı sayın Egemen Bağış’ın konuşmaları demokrasi yolculuğumuzun manifestosu mahiyetindeydi. Geçen yıl olduğu gibi bu yılki konuşması da Bolu valisi İbrahim Akpınar’ın sıra dışı bir vali olduğunu gösteriyordu.

Hani pek alışık olmadığımızı bir durum.

DP’nin önceki genel başkanı Süleyman Soylu’nun 27 Mayıs demokrasinin Kerbela’sıydı sözleri açılışa damgasını vurdu.

Üç gün boyunca çok verimli konuşmalar, müzakereler, tartışmalar oldu.

Güzel bir üç günün ardından gözlerimizi ve gönüllerimizi bir billur kasede bırakarak ayrıldık demokrasi adası Abant’tan ya da misafir olduğumuz “Abant Akşamlarından.”

Leave a Comment

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.