Sonsuzluk sevdası
Cephelerden İkinci Cihan Harbi’nin dehşet verici ölüm haberleri gelmektedir.Bütün dünyada insanlar radyoların başına ve gazete bayilerine koşmaktadır.
Bu haberlere ilgi göstermeyen birisi vardır: Bediuzzaman Said Nursi… Talebeleri; Cihan Harbi’nden daha büyük bir olay mı var, neden hiç sormuyor ve hiç ilgilenmiyorsunuz?” dediklerinde; “Her bir insanın başında öyle bir gaile vardır ki, Alman ve İngiliz kadar gücü ve serveti olsa eğer aklı varsa onu kazanmaya harcar. Madem ölüm öldürülmüyor, kabir kapısı kapanmıyor, ecel celladının elinden, kabrin karanlık ve yalnızlığından kurtulma çaresi varsa, bu, insanın en büyük davası olmalıdır” diye cevap verir.
******
Sonsuzluk sevdası ve ölümsüzlük iksirine kavuşma arzusu; ilk sürçmeyi, ilk kaymayı ve yasağa atılan ilk adımı da beraberinde getirmiştir. Adem Babamızı dünya çöllerine düşüren duygu…
Daha dünyaya geldiği ilk andan itibaren ademoğlunun ruhunda her geçen gün biraz daha derinleşen onulmaz bir yara… kuşatır..
Korla ateşin sürekli yer değiştirdiği bir aşk ateşidir, sonsuzlık sevdası.
İnsan ruhu, kuşların cıvıltılarını, suların çağlayışını sonsuza değin duymak istemiş, bağrında hazan barındırmayan baharlara sevdalanmıştır.
Ayın başını okşayışını, güneşin o sıcak gülüşünü hep görmek istemiş, gecenin siyah gözlerinde kaybolmayan aydınlıkların peşine düşmüştür.
Yıldızların yok oluşu, ayın batışı, güneşin her akşam guruba sevdalanışı karşısında “Ben batıp gidenleri sevmem… Ben yüzümü, gökleri ve yerleri yaradana döndüm…” diyerek ezel ve ebed sultanına yönelişte bulmuştur çareyi.
Güneş, kan kızıl sisli ufuklarda kaybolurken, sürüler yamaçlardan, dağ yollarından köylere doğru süzülürken, gün; bir damla gözyaşı gibi siyah sulara dökülürken, kuşlar kızıl ufuklarda kanat çırparak kaybolurken ve kalpler veda türküleriyle buruklaşırken; işte tam o anda… Bir günün daha bitimini haber veren minarelerden yükselen “Allahü ekber” sesleri bir sonsuzluk bestesi gibi dolar gönüllerimize.
Gece siyah gözleriyle, günü bir yudumda içtiğinde, gün, karanlıkların kollarında dansa durduğunda, her şey derin bir sukuta erdiğinde, bir ümit bestesi gibi yalnızlığın siyah gömleğini yırtar, yatsıların ölümsüzlük şarkıları.
Her gece “ya bir daha uyanamazsak” diyerek küçük ölümün kollarında uykuya daldığımızda, yeni bir diriliş şafağının aydınlık besteleri ölümsüzlük iksiri gibi akar içimize.
Gılgamış Destanı… Kaf Dağı’nın ardına yapılan yolculuklar…Mehlika Sultana aşık yedi gencin hikayesi, İnsanlık dünden bu güne hep ölümsüzlük iksirinin peşine düşmüş ve onu bulmak için girmediği macera, dolaşmadığı yer, çalmadığı kapı kalmamıştır.
İskender-i Zülkarneyn’de, sonsuzluğa ulaştıran ve olağan üstü güçler kazandıran “ölümsüzlük iksirini” duyar duymaz, aramaya karar verir ve halasının oğlu Hızır’ı da yanına alarak askerleriyle birlikte düşer yollara.
Ne yazık ki ölümsüzlük iksirini, maddede arayanlar hep hüsrana uğramış, karanlık ve boş kuyulara kova salmışlardır. İnsanoğlu asırlarca Atlantis’in yetim çocukları gibi hep onun hasretiyle inlemiş, susuz vadilerde su diyerek koşup durmuştur.
“Adem Babamız, halka kapalı Hakk’a açık gece koylarını inlemeleri ile derinleştirmiş, gözünde büyütüp Everest tepesi haline getirdiği sürçmelerini gözyaşlarıyla eritip yerle bir etmiş, gün gelip çile bitince de, doğan her gün artık onun affına ferman renkleriyle tüllenmiştir.”
Her peygamber insanlığı ‘karanlıklar ülkesi’nden kurtararak, ölümsüzlük iksirine giden yolu göstermiştir.
Onlar gece kandilleri gibidir.
Yollar, sarpa sardığında, karanlığa varıp dayandığında, dalgalar kabarıp hırçınlaştığında hep ümit fenerleri olmuşlardır insanlığa.
Onlar en karanlık gecelerde bile yollarda parlayan yön işaretleridir.
Gecenin en karanlığında ve en derin uykularda ebedi mutluluğun rüyalarını insanlık onlarla görmüştür.
Sair ilahi kitaplar gibi Kur’an’da; sürekli ölümsüzlük kevseri sunan bir bengisu pınarıdır.
Kelime-i Şahadet susuzluktan kavrulan dudaklara şeker şerbettir sonsuzluk yollarında.
Namazlar, zamanın sonsuzluğa akıp giden vadilerinde kurulmuş Hızır çeşmeleridir. Yolları kesen ateşlere, kalkandır oruç. Yollar uçuruma varıp dayandığında da zekâtla kurulur köprüler. Sadakayla yapılan sundurmalara, korkuluklara tutunarak kurtulur insan alevlere düşmekten.
Bazen bir damla kan, bazen bir damla gözyaşı, bazen vicdanın derinliğinden gelen bir ses, bazen bir damla su, bazen bir acıyış bazen bir bakıştır ölümsüzlük iksiri.
Bazen şehidin bir damla kanı, bazen gecenin koylarında Hak korkusundan dökülen bir damla gözyaşı, bazen hudut boylarında bir bakış, bazen susuzluktan dili sarkan bir köpeğe verilen bir damla su alır götürür sonsuzluğun Cennet yamaçlarına.
Neye ağladığını bilenler için bir ölümsüzlük iksiridir gözyaşları…
Toprağa gözyaşından daha değerli bir şey damlamamıştır Hak katında. Bir damla gözyaşı irem bağlarına döndürür çorak toprakları ve bir damla gözyaşı söndürür Cehennemin en azgın alevlerini.
Bir de kırık gönüller vardır. Hakkın “Ben kalbi kırıklarla birlikteyim” dediği gönüller. Sahibini Hızır çeşmelerine kavuşturan gönüller. Kırık mızrabını, kırık gönlünün teline vuran ve ıssız gecelerde hep ölümsüzlük bestesi duyan gönüller.
Güftesi heyecan, bestesi ağlamadır bu gönüllerin. Her gece somaki musluklardan sonsuzluk iksiri içerler.
Bir de “Kırık Testi” vardır. Epey zamandan beri bir bengisu pınarı gibi kaynar gurbette.
Bazen soğuk, bazen ılık akar, bazen yol yol yalaplaşır, bazen zemzem gibi derinliğinde boğulur.
Bazen fokur fokur kaynar, elini de yüreğini de yakar. Bazen fevvareler gibi yükselir göklere.
Fethullah Gülen Hocaefendi’nin Kırık Testi serisinin son kitabı “Ölümsüzlük İksiri” sonsuzluğa sevdalı yolları sevdiriyor bizlere. ‘Kınalı kuzuların sonsuzluk kervanına katılışını, şehitlerin ölümsüzlüğünü, ötelerin şafak emarelerini, ihtiyarlığı olmayan gençliği, Bedir’den Çanakkale’ye sabır cephelerini, helal lokma ve iffet abidesi nesilleri, çarşının yiğitlerini, harem dairesinin adabını’…anlatıyor. Dünden bugüne sonsuzluk sevdası, korla ateşin yer değiştirdiği bir aşk ateşi gibi yakmıştır Ademoğlunu.
“Kırık Testi”nin suları söndürmeye çalışıyor yürek yangınlarımızı.
İnsan, sonsuzluğa sevdalı gönlünü Allah’a verirse ebedi diriliğe ermiş olur. Ondan habersiz yaşayanlar ise, kalbine kezzap dökmüş zavallılar gibi hayatlarının baharında da olsalar, ölüm yudumlamış gibi ebediyen hicran ve hasret içinde kalırlar.
Asırlar sahipsiz değildir. Her asrın sahipleri vardır. Asırlar onlarla aydınlanır.
Asrımızın aydınlık sahipleri aydınlatmaya devam ediyor karanlık dünyamızı.