“Misafiriz Bugün Biz Abant Akşamlarına…”
Temmuzun son günleri. Gün batımındayız.
Güneşin son kızıl ışıkları vuruyor tepelere…
Burası sanki bir billur kase…
Diplerde koyulaşan gölgeler yamaçlara doğru tırmanıyor.
Siyah bir şala bürünüyor büyülü göl.
Karanlığın koynunda özgür çığlıklar atıyor kuşlar, kurbağalar, böcekler…
Karşı köşkün ışıkları dans ediyor gölün lacivert sularında.
Burası Abant… Gündüzü ayrı, gecesi ayrı güzel… Her mevsim bir başka güzel…
Otelin salonuna giriyoruz.
Saçlarının siyahları iyice azalmış orta yaşlı bir sanatçı sahnede.
Salonun bir yanında odunları çıtırdamaya hazır bekleyen görkemli bir şömine, diğer yanında ıtırlı kokularıyla salonu büyüleyen Yuka çiçeği.
Oturma takımları sahneye döndürülmüş; öbek öbek oturan kadınlı erkekli gruplar…
Elinde uduyla zarif sanatçı, “Nasıl geçti habersiz o güzelim yıllarımı” söylüyor. Yüzündeki buruk hüzün yayılıyor salona. Herkes yerinde sakin sakin otururken ben hayalimin mazi yakasındaki yamaçlarda gezintiye çıkıyorum.
İlk Abant toplantılarına alıp götürüyor bu güzel şarkı beni.
“Her anını eksiksiz dün gibi hatırlarım”
Genç yetenek Ertuğrul Erkişi, 1998 yılındaki ilk toplantıda bu şarkıyı söylerken rahmetli Yavuz Gökmen de eşlik etmişti ona.
Kısa bir süre sonra da aramızdan ayrılmıştı.
“Nasıl geçti habersiz o güzelim yıllarım” derken sanki son günlerini yaşadığını biliyordu.
Fehmi Koru Bey’in pek çok kabiliyetini zaten biliyorduk ama musiki yeteneğini o gün keşfetmiştik.
İlk gün toplantı içinden çıkılmaz bir hâl almıştı.
“İslam ve laiklik” tartışılıyordu.
Kezban Hatemi , “Kıvırmayın ilahiyatçılar” diye bağırıyor, Yaşar Nuri Öztürk Hoca, önce salonu sonra da Abant’ı terk ediyordu.
Bağıranlar, ayağa kalkanlar, salonu terk edenler, tehdit edenler…
“Devleti böldürmem, bir karış toprağını verdirmem” diyenler…
Kim satıyordu kim alıyordu hâlâ anlayabilmiş değilim.
“Devlet kutsaldır” diyenler, “hayır değildir” diyerek birbirinin üstüne yürüyenler…
Kelimenin tam manasıyla I.Abant Meydan Muharebesi…
Ben kendi kendime “Nasıl böyle bir hata yaptım,” diyor ve kendimi, cinleri başına toplayıp dağıtamayan medyumlar gibi hissediyordum.
İlk çıkış yolu denemesi deneyimli gazeteci Sayın Fehmi Koru’dan geldi:
“Ben bazı maddeler hazırlayayım öğleden sonra onların üzerinde tartışalım, oturum başkanlığına da herkesin saygı duyduğu Mehmet Aydın Hoca’yı getirelim” dedi.
Bu teklif hemen kabul gördü.
Aydın Hoca öğleden sonraki ilk celseyi, son derece değerli bir konuşmayla açtı.
Ortalık bir anda sakinleşmişti.
Son derece yararlı müzakereler gece yarısına kadar sürdü.
Önemli bir bildiriye doğru gidiliyordu.
Herkes heyecanlanmıştı.
Rahmetli Yavuz Gökmen Abant’tan Ertuğrul Özkök’ü aramış ve “Burada çok önemli bir toplantı yapılıyor. ” demişti.
Bütün basında I. Abant geniş yankı bulmuş, başta Hürriyet ve Zaman olmak üzere gazeteler toplantıyı ve sonuçlarını kamuoyuna “Bu bir Rönesans!” diye duyurmuştu.
Gölün ışık sarhoşu dingin sularının kenarında yapılan bu fırtınalı toplantı sonunda, “Birlikte yaşamak zor ama imkansız değil” tezi öne çıkmış, böylece ilk Abant bildirisi günümüz Türkiye’si için çok anlamlı bir ayırıma da berraklık getirmişti.
Başta bilge insan Hayrettin Karaman Hoca olmak üzere, ülkemizin pek çok mümtaz din aliminin de bulunduğu toplantıda, İslam dini ve toplum açısından önemli bir viraj, olumlu bir şekilde geçilmişti.
Türkiye’nin, İslam ve laiklik gibi 75 yıllık sancısına cesurca parmak basılmış, derinlerde dip dalgalar oluşturan bu konu ilk defa su üstüne çıkarılmıştı.
Toplantıdan sonra dönemin Cumhurbaşkanı Sayın Demirel, Başta Mehmet Aydın Hoca olmak üzere Prof. Dr. Ahmet Aslan, Prof. Dr. Hüseyin Hatemi gibi Abant’ta aktif görev alan hocaları köşke kabul ederek konuyu dikkatle dinlemişti.
Yine dönemin Başbakanı Merhum Bülent Ecevit, Meclis Başkanı Sayın Hikmet Çetin de heyeti kabul ederek birlikte basın toplantısı yapmışlardı.
***********
Sanatçı hâlâ sahnedeydi.
Ben hayalimin tepelerinde dolaşırken sanatçı bir başka şarkıyı seslendirmeye başlamıştı.
“Misafirim bugün ben gurbet akşamlarına” şarkısını nakaratta değiştiriyor ve “misafiriz bugün biz Abant akşamlarına” diyordu.
Yuka çiçeğinin bayıltan kokuları muttasıl yayılıyordu çevreye.
Hoş bir koku doldurmuştu salonu…
Sabah günün ışımasıyla birlikte, “Demokrasi ağacının” dibindeyiz.
Abant katılımcılarının 2000 yılında diktikleri demokrasi ağacı henüz bizi gölgeleyecek kadar boylu poslu olmasa da, kararlı bir şekilde büyüyor.
Anadolu’nun ve Abant’ın sert kışlarına kararlı bir şekilde direnmiş, yalnız başına dimdik duruyor.
Daha dün küçük bir filizdi.
Etrafını kamelyalarla kuşatsalar da, bu gün koca bir ağaç olma yolunda.
Toprağa iyice kök salmış, yerini de sevmiş görünüyor.
Şimdi düşünüyorum da, aydınımızın, ateşle imtihanıydı Abant.
Bu başarıldı.
Bu gün bir “Abant Ruhu” oluştu. Bu ruh, Avrupa Parlamentosu’nda, Sorbon’da, Kahire’de El Ehram Sarayı’nda, BM’de tartışma cesaretini gösteriyor, sesini duyuruyor.
Bu sesi duyanlar biliyorlar ki :
Bu ses, cesurdur, demokrattır, özgürdür…
Bu ses, ötekine saygılıdır, hoşgörülüdür, diyaloğa açıktır…
Bu ses, yenilikçidir, yobazlığa karşıdır, tartışmacıdır…
Bu ses, ilmin ve fikrin ışığına saygılıdır…
Bu ses, bir bilgi şölenidir…
Bu düşüncelerle yürüyoruz gölü çevreleyen yolda.
Göl, saflığın ve temizliğin sembolü nilüfer şölenine ev sahipliği yapıyor.
Derken billur kasenin içindeki sedirler, ladinler, çamlar yavaş yavaş belirginleşiyor.
Durgun ve derin göl kıpırtılı.
Kuşlar acele acele uçuyorlar dallara doğru, dağlara doğru.
Abant, derin bir yaz uykusundan uyanıyor yeşil ve mahmur gözleriyle.
Abant sabahlarında saçlarından yakaladığımız demokrasi baharını seyrediyoruz.
Anadolu’dan özgür rüzgârlar ulaşıyor Abant’a.
Durgun göl kıpırdıyor… Sık ve gür ormanların tepelerine tırmanıyor rüzgâr.
Kayın ormanları uğulduyor. Dallarda kuş sesleri gittikçe çoğalıyor.
Karşı koyu yeşil tepelere güneş vuruyor.
Yeşilin ışıkla doyumsuz dansını seyre dalıyoruz.
Gözlerimizi ve gönüllerimizi bir billur kasede bırakarak ayrılıyoruz misafir olduğumuz “Abant Akşamlarından.”