Bir Güzel Manzara ki… Sanırsınız Ötesi Firdevs
Yıllar yormuştu…
Dermansızdı dizleri dedemin.
Son defa çok sevdiği köyünü görmek ister. Bağların ve bahçelerin arasındaki bu güzel köyünü görmeyeli hayli zaman olmuştur. Çocukluğunun en güzel günleri bu güzel köyde geçmiş, ilk eğitimini burada görmüştür. Hatıralarının ıtırlı kokularında köye adını veren parmak kayaya doğru bir gezintiye çıkar.
Anılar abanır üzerine. Ruhu da bedeni gibi yorgundur.
Yüreği daha fazla dayanmaz, erken döner evine.
Hanımına, “Ben artık gidiyorum hakkınızı helal ediniz” dediğinde pek takatsizdir.
Hicaz yolculuğu, İstanbul yolculukları, Mevlevi gönüllüleriyle Kanal seferi, Milli mücadele yılları…
Yollar vücudunu, acılar yüreğini yormuştur.
Ömrünün bu son günlerinde Erzincan İstiklal Mahkemesi de müdafaasını ister.
Lambanın loş ışığında, müdafaasını yazarken yorgun ve güzel gözleri büyülü bir dünyanın aydınlık âlemlerinde dinginleşir.
Bir tatlı uykunun ışıltılı damlalarında ıslanmaktadır.
Efendiler Efendisi gül yüzüyle görünür; “Sabah kahvaltısında bizimle birlikte olmak istemez misin?”
“İsterim Ya Rasulallah”der.
***
Erzincan’ın sarışın ikindilerinde Kemahlı İbrahim Hakkı Hazretleri’nin torunu değerli araştırmacı-yazar Faruk Tuncer Bey’le birlikteyiz. Temmuz güneşinin sıcak ışık banyosu altında dedesini anlatıyor bize. Bizi ömrü çilelerle geçmiş bu ulu kişinin mezarına götürmesini istiyoruz kendisinden.
Sera sıcaklığı sarmış her yanı.
Burası Terzi Baba Mezarlığı… “Vallahi dünya malı için Allah demem” diyen Hak dostu Terzi Baba…
Halid-i Bağdadi’nin Anadolu erenlerinden…
Hiçbir terzinin tamire yanaşmadığı bir fakirin kirli paslı paltosunu tertemiz yıkayıp, söküklerini diktikten sonra ol fakirin duasıyla kalbine velayet tuğu dikilen Erzincan’ın manevi babası.
Mezarlığa adımınızı atar atmaz ötelerin tatlı esintileri titretiyor kalbinizi.
Dantel gibi işlenmiş mezar taşlarını okşamak geliyor içinizden.
Girişte üniformalı bir mezar taşı karşıladı bizi: Mareşal Zeki Paşa.
Birden bire kavuklu, sarıklı, külahlı, üniformalı insanlar arasında buluyorsunuz kendinizi.
Kimi hâlâ cephelerde savaşıyor, kimi medresesinde talebe okutuyor, kimi tüccar, alış verişinde, kimi fakir fukara, kendi halinde… Ama hepsi sarmaş dolaş, bir arada.
Dünyada sağa sola, farklı yönlere koşanlar burada hep aynı tarafa koşuyorlar.
Daracık parke yolların kenarlarını taze çam ağaçlarıyla bezemişler.
Bir güzel görüntü ki… Sanırsınız ötesi Firdevs.
Sanki serin serviler değil de dünyada iken yaptıkları güzellikler serinletiyor bu insanları.
Nurdan bedenleri ile yatıyor Allah dostları.
Yorgun yıllar geride kalmış da, dingin ruhlar sarmış dört bir yanı.
Terzi Baba Mezarlığı gerçekten bambaşka bir âlem…
Aramızdan ayrılanlar adına “hakkınızı helal ediniz” diye telkin de bulunurlar ya, burada “ey Hak dostları hakkınızı helal ediniz!” demek geliyor içinizden.
Yüreği, Yusuf’un yüzü gibi güzel insanlar var burada.
Mevlana’nın kızı da karışmış bu Hak dostlarının arasına.
Her bir mezarın bir hikâyesi var ama biz İbrahim Hakkı Efendi için sabırsızlanıyoruz.
Çam ağaçlarının arasına döşeli kırmızı parke taşların üzerinden bir hayli yürüdükten sonra bir türbenin önünde durduk.
Mütevazı bir taşta “Kemahlı İbrahim Hakkı Hazretleri” yazıyordu.
Mezarı da kendisi gibi heybetli bu insanı, torununun dilinden dinliyoruz:
“Dedemin babası iki kardeşiyle birlikte irşat ve tebliğ için Bağdat’tan gelmiş. Sağıroğlu namıyla meşhur Kemah Bey’i misafir etmiş onları.
Her nasılsa bir müddet sonra Sağıroğlu ile araları açılır ve şimdiki adı Parmakkaya olan Müşerkek Köyü’ne sürgüne gönderilirler.
Burası Kemah’a 40 km uzaklıkta şirin bir köydür. Munzur Dağları’nın karşısında küçük bir dağın yamacındadır.
Dedem bu köyde dünyaya gelir. Çocukluk yılları da burada geçer.
Bağların ve bahçelerin arasındaki bu güzel köyde ne yazık ki şimdi in cin top oynamaktadır.
Sahipsizlikten ve terk edilmişliğin kahrından evlerin pencereleri örümcek bağlamıştır. Ezan sesine hasret minare beklemektedir köyümüzü.
Evlerin çoğu bakımsızlıktan yarılmış, viraneye dönmüştür. 1994 yılında teröristlerin baskınına uğradıktan sonra köyde hayat tamamen bitmiş. Artık şen şatır sular hüzünle akmakta, mahzun kalmış okul, cıvıltılı günlerin hasretiyle yanmaktadır.
Dedem, ilk eğitimini bu güzel köyde alır. Babası ve amcaları âlim insanlarmış. Sonraları köylerinde bulunan Hacı Feyzullah Efendi’den ilim tahsil eder. Erzincan’ın mühim âlimlerinden ders okur. İlim tahsili için Hicaz’a kadar gitmiştir. Hicaz âlimleri dedemi çok sevmiş ve takdir etmişlerdir.
Dönüşte Konya’ya uğrayarak Mevlevi tarikatından icazet alır. Artık bölgenin Mevlevi temsilcisidir.
Acılar bırakmaz dedemin yakasını. Bir günde iki oğlunu birden hastalıktan kaybeder.
Divanında acısını, “Mevtiniz kıldı bugün Kemah’ı Kerbela” sözleriyle anlatır.
Konuşması çok etkileyicidir. Kalabalıklar onun konuşmasını dinlemeye koşarmış. Ünü, Saray’a kadar ulaşır ve Sultan Abdülhamit kendini davet eder. Konuşmaları birilerini tedirgin edince, memleketine sürgüne gönderilir.
Sultan Reşat döneminde İstanbul’a davet edilirse de yazdığı bir kitap yüzünden tekrar Kemah’a sürgün edilir.
Ailesi Erzincan’dadır. Buluşmalarına izin verilmez. Gelen haberler kötüdür. Aile perişandır.
Erzincan halkı bu haksızlığa isyan eder. Zor bela izin verilir ama artık dedem bitkindir… Son bir defa çok sevdiği köyünü görmek ister. Çok yorgundur
Erzincan İstiklal Mahkemesi de müdafaasını istiyordu. “Hanımına ben artık gidiyorum hakkınızı helal ediniz” demiş.
Lambanın loş ışığında, müdafaasını yazarken güzel gözleri yorgun düşer. Efendiler Efendisi gül yüzüyle görünür.
“Sabah kahvaltısında bizimle birlikte olmak istemez misin?”der. “İsterim Ya Rasulallah!” diye cevap verir. İki cihan güneşine tutkundur. O an gelmiştir. Uyandığında sehpanın üzerindeki sarı saman kâğıtlara yazdığı müdafaasını da yırtar atar.
Erzincan İstiklal Mahkemesi hiç beklenmedik bir şekilde gıyabında idam kararı verir.
Ankara, hükmü infaz için heyet göndermiştir.
Heyet, Parmakkaya Köyü’ne gelir. Kararda “Köy meydanına darağacı kurularak asılmasına…” denmektedir. Görevli memurlar , acıların hiç bitmediği bu mütevazı evin kapısını çalarlar. Kapıya gözyaşları içinde çocukları çıkar. Hocayı götürmeye geldiklerini söylerler. Hanımı: “Onu dün gece götürdüler” der.
Dedem, infaz memurlarının köye geldiği sabahın gecesinde vefat etmiştir.
Memurlar şaşkındır. “Bu durumu Ankara’ya sormamız lazım” derler. Her ne kadar, mezardan çıkarılıp asılan insan” diye filmlere konu olsa da, bunu yapmıyorlar Allah’tan.”
Güneş kızıl atına binerek koşarken guruba, ayrıldık Erzincan’dan.