Kolay Gelinmedi Bu Günlere
Egenin bu efsane şehrine girerken güneş, geride güzel bir bahar günü bırakarak gecenin siyah gözlerine süzülüyordu.Şehre girer girmez büyük bir yarış hemen kendini hissettiriyordu.
Rengarenk parti bayrakları kendilerini akşam rüzgarına bırakmış duvarlarda, caddelerde dalgalanıyor, liderlerin ve adayların posterlerinin süslediği minibüslerden yükselen sesler büyük bir yarıştan haber veriyordu.
Milli mücadele yıllarında Anadolu’nun şahlanışında öncü görev üstlenmiş olan bu kahraman şehir, şimdi yeniden üzerine yüklenen ağır sorumluluğu hisseden bir elini yanağına dayamış düşünceli bir adam gibi olanları seyrediyordu.
Akşamın alacakaranlığında vilayetin önünde zarif rehberimizle buluşarak programın yapılacağı yere doğru yol almaya başladık.
Bazen geniş bazen dar sokaklardan geçerek bir hayli yol aldıktan sonra program yerine geldik.
İçeri girdiğimizde bomboş olan salon kapıları açılır açılmaz bir kaç dakika içinde tıklım tıklım doluverdi. Bu durum bile Denizli insanının ne kadar heyecanlı, ne kadar kararlı olduğunu göstermeye yeterliydi.
Önce sahneye üniversiteli Moğol gençler geldi.
Tek kelimeyle muhteşemdiler.
Moğolistan bozkırlarında yatan Adem Tatlı’dan selamla başladılar gösterilerine. Birden buruk bir esinti yayılıverdi salona. Ömrünün baharında Asya bozkırlarına koşan bu ışık süvarisi Moğolistan steplerinde kalmış, mavi gökler ülkesinin lacivert gecelerini aydınlatan bir meşale gibi yad ellerde yatıyordu.
İstiklal Marşımızın şairi Mehmet Akif’in Bülbülünü, Necip Fazıl’ın Sakarya’sını, Bahaddin Karakoç’un ‘Ihlamurlar çiçek açtığı zaman geleceğim’ şiirini okudular. Mavi gökler ülkesinin bu sevimli gençleri bir bahar esintisi gibi gelip geçtiler salondan.
Sonra bir konuşmacı çıktı sahneye.
“Değerli Denizlili kardeşlerim!” diye başladı sözlerine. Salonda çıt yoktu. Herkes pür dikkat konuşmacıyı dinliyordu.
“Tarihin bu kader-denk noktasında size bir kere daha görev düşüyor. Ateşlerden geçerek, tufanlardan çıkarak, bir kış gecesi kadar uzun, karanlık ve soğuk şubatlardan bu güzel günlere gelindi. Ümitlerin bitmek üzere olduğu bir demde insanımızın dudaklarına tebessümler getiren şehrin insanlarısınız siz.
Kuvay-ı Milliye ruhuyla Anadolu’nun üzerine çöken karanlığın ödünü koparan şehrin insanlarısınız.
Şimdi içinize bin bir komplo ile sokulmuş olan zalimin yüzüne tükürmek, iftiracıların ağzının payını vermek, komplocuya dur demek vaktidir. Kin, nefret, öfke atına binerek vahşetten vahşete koşan, sevgiye uzanan bütün köprüleri yıkmak için her türlü yola başvuran şeytani güçlere fırsat vermeyelim. Ülkemizi bir kere daha Kerbela’ya döndürmek isteyenlere , efelerin ruhuyla isyan edelim.
Bir zamanlar yıkılışların bir birini takip ettiği, viranesinde baykuşların öttüğü şu güzel ülkemizde, son asrın fitne ve fesadına karşı sevgiyi bir kere daha hakim kılalım. Eli kanlı, gözü kanlı bir çetenin hudutsuz emellerine fırsat vermeyelim. Ülkemiz üzerinde oynan oyunları boşa çıkaralım.
Söz şimdi sizde.
Söz şimdi aydınlık ruhlarda. Dün olduğu gibi bugün de insanımızın onurunu kurtarma vakti.
Akif’in konuşacak kimse bulamadığı için akşamın melalinin çöktüğü vadilerde, kırlarda hıçkıra hıçkıra ağlayarak bir ağacın dalına konmuş bülbülle konuştuğu, Necip Fazıl’ın Sakarya’ya seslendiği hicranlı yıllarımızda siz Ahmet Hulusilerinizle, efelerinizle, zeybeklerinizle seslendiniz Anadolu’ya.
Hiç umutsuzluğa düşmediniz. Anadolu sizlerle yeniden şahlandı. ‘Kuvay-ı Milliye’ dediğimiz milli kuvvetlerin adı buradan Anadolu’ya yayıldı. Düzenli ordular oluşuncaya kadar elinde avucunda hiçbir şeyi olmayan sivil kuvvetlerin bir ülke için neler yapabileceğini ülke insanı sizlerden öğrendi. Denizli müftüsü Ahmet Hulusi Bey’in; “elinizde hiç bir silahınız yoksa üçer taş alarak düşman üzerine atmak suretiyle mutlaka fiili mücadelede bulununuz sözleri” karanlıkları yararak bir şimşek hızıyla buradan bütün bir Anadolu’ya yayıldı.
Türkün ateşle imtihanı bu topraklardan başladı. Sizin bağrınızdan çıkan efeler, zeybekler Yunan’a bu toprakları dar etti.
Onun için bu toprakların gülleri hep kırmızı açar. Efeler yiğittir, cesurdur, haksızlığa isyan ederler. Onlar kalleşlik nedir bilmezler.
Şimdi ülkemizi bir ahtapot gibi sarmış olan kalleşlerden kurtulma vaktidir. Agah olunuz! Milli ve manevi değerlerinizle savaş halinde olan kimselerin yukarlara yürümesine izin vermeyiniz.
Ülkemiz, en hayati seçimlerinden birisinin arifesinde bulunuyor. Şimdi koşma, şimdi insanlarla konuşma vakti. Bir kaç oyla da olsa görevini yerine getirme vakti.
Dün konuşacak bir genç bulamadığı için dağlarda, kırlarda, dallarda kuşlarla; vadilerde, ovalarda nehirlerle konuşan insanlarımızın ızdırap bahçelerinde bu gün milyonlarca gül açtı. Bu güller Anadolu’yu baştan başa bahara çevirdikten sonra, Asya steplerini, Afrika çöllerini bahar bahçesine döndürdüler.
Biraz önce bu salondan tatlı bir esinti gibi geçen Moğol gençlerimiz okudukları duygu dolu şiirlerle sizlere bir devrin hicranını anlattılar.
Bu günlere kolay gelinmedi. İdealimizin ufuklarına koşan nice küheylanların yolları kesildi, nice güller daha dalında budandı, nice merhamet pınarları bir yudum suyunu kimselere sunamadan kurutuldu.
Bu günlere kolay gelinmedi .
‘Yıllarımız gözyaşlarına karışıp gitti, dostlar düşmanlarla barışıp gitti, olanlar karşısında ürperip kaldık.’
Nice muzdarip insanlar en karanlık gecelerde yüreğini bir meşale gibi eline alarak yürüdü sarp yolları. Ömürleri harp meydanlarında, memleket hapishanelerinde, sürgünlerde, dağ başlarında, ağaç tepelerinde geçti. Bir gül için binlerce dikene su verdiler”
Gözlerinde yaş kalmadı.
Bir genç arıyorum deyip düştüler yollara.
Elinde bir tomar kağıtla “okullarımıza din dersi konulmasını istiyoruz”diyen bir genci görünce “ben seni gökte ararken yerde buldum” diyen muzdarip gönüllerin çocuklar gibi sevindiği günlerden bu günlere geldik. Şimdi bir kere daha şahlanma vakti…”
***
Hatip konuşmasını bitirdiğinde herkes hala yerinde oturuyordu. Sadece sessiz bir çığlıktı salonda duyulan.
O gece orada anladığım şuydu. Ege’nin efeleri, zeybekleri yine göreve hazırdı. Milli irade yine çoşmuş, Kuvay-ı Milliye ruhu şahlanmıştı.
Anladım ki Ege’nin bu efsane şehri yeni bir destan yazmaya hazırlanıyordu. Bir gün batımında girerken büyük bir yarışın içinde bulduğumuz Denizli’den büyük umutlarla ayrılıyorduk.
Milli mücadele yıllarında Anadolu’nun şahlanışında öncü görev üstlenmiş olan bu kahraman şehir, şimdi yeniden üzerine yüklenen ağır sorumluluğu hisseden bir elini yanağına dayamış düşünceli bir adam gibi olanları seyrediyor hem de şehrin zarif minarelerinden yükselen yatsı ezanlarını dinliyordu.