HARUN TOKAK

Gazi Kovan

1921’in soğuk bir Mart günü… İnönü Ovası, buz gibi bozkır ayazında üşümektedir. Sırtı üşüyen Ethem Çavuş’un avuçları, kor gibi kovanları kavramaktan yansa da düşman mevzilerine hiç durmaksızın kıyamet yağdırmaktadır.

On sekiz saattir aralıksız sürmektedir top atışları. Sandıkta kalan sondan üçüncü mermiyi aldığında bir an duraksar.

Merminin üzerine bir çaput sarılıdır. Çaputu açarken avucuna kalem büyüklüğünde bir demir çubuk düşer. Sarı metalden mermi kovanına kazınmış yazıya ilişir gözü. Okumaya vakti yoktur. Mermiyi topa sürüp ateşler. Demir çubuğu cebine, boş kovanı ise sandığa değil yere atar. Birkaç dakika sonra soğumuş olan kovanı kaybolmaması için yerden alıp mintanının yakasından içeri bırakır.

Gün karşı tepelerden çekilmiş, minarelerden akşam ezanları okunmaktadır. Gün boyunca aralıksız süren çarpışmalar durmuştur.

Ethem Çavuş, ilk iş olarak boş kovanı çıkarıp üzerindeki yazıyı okur.

“Karahisar’lı Seyfi Çavuş, 4. Alay 2. Tabur,8.Batarya 26 Rebiülahir,1339 İnönü”

1. İnönü Savaşı’nın en kızgın günlerinde düşülmüş olan bu not, Harbiye imalathanesinde çalışanların bir mesaj istediğini göstermektedir.

Savaş günleri cephelerde boşalan kovanlar, Ankara’daki atölyelere yollanır, oradan tekrar doldurulup geri gelirdi.

Gecenin iyice ilerlediği bir vakitte Ethem Çavuş, cebindeki demir çubuğu çıkarıp, yumruk büyüklüğünde bir taşla, hafif tıklamalarla kendi mesajını kovana kazır.

“Aksekili Ethem Çavuş, 8.Alay 3. Tabur, 1.Batarya, 20 Recep 1339 İnönü”

Beş gün sonra atölyede cepheden gelen sandıkları açan kalfa, tezgâhların başındaki Kamil Usta’ya seslenir. Sesinde, eşi doğum yapmış bir adama bebeğini müjdeleyen ebenin heyecanı vardır.

“Müjdemi isterim! Senin yavru cepheden dönmüş!” Hepsi sandıkların olduğu kısma koşuşurlar. Atölyede bir bayram havası…

Çalışanların cümlesi, yeni baba olmuş biri gibi kutlar Kamil Usta’yı. Kâmil Usta, kovanın eğilen yerlerini düzeltip kapsülünü yeniler ve içine barutunu doldurduktan sonra yeni bir çekirdeği kovanın ağzına oturtur.

Kundaklanmış mermiyi şefkatle tutarak yeni istiflenen bir sandığa bir bebek itinasıyla yatırır.

Çalışanlar hep bir ağızdan “Allah kavuştursun” deyip işlerinin başına döner.

Bir buçuk yıl içinde kovan sekiz kere daha atölyeye uğrar. Kovan her keresinde atölyedekilere daha büyük bir coşku yaşatır. İstiklâl Savaşı’nın her zorlu durağından Ankara’ya barut, kan ve zafer kokusu taşır. Gazi Kovan’ın üzerindeki mesajların sayısı da sekize ulaşır.

Mesaj yazanların sekizi de başka alay ve taburlardandır. Türk ordusunun İzmir’e girdiği gün gazi kovan, çelik kalemin yanı sıra bir mektup, bir de bakır künye ile birlikte geri döner.

Kovanın üzerine kazınmış dokuzuncu notta; “Karahisarlı Seyfi Çavuş, 4. Alay 2. Tabur 8. Batarya, 12 Muharrem 1341 Banaz” yazılıdır. Atölyedekiler hayretten donakalır. Gazi Kovan cepheye dokuzuncu gidişinde yeniden Seyfi Çavuş’un eline geçmiştir.

Mektubu açarlar.

Bismillahirrahmanirrahim.

Selamün aleyküm.

Gayret perver ustalar! Allah’a şükürler olsun ki mendebur düşman kaçıyor. Muzaffer Türk ordusu beş gündür durup dinlenmeksizin kâfiri kovalıyor. Güzel İzmir’e, kalplerimizdeki imânımız kadar yakınız artık.

İki gün evvel Banaz’daki muharebede bataryamın çavuşlarından Seyfi, kalleş düşmanın kurşunuyla şahadete ermiştir. Cenazesini sıhhiyecilere teslim etmeden önce mintanının içinde bu kovanı buldum.

Malumunuzdur ki vefat eden neferin künyesi ailesine yollanır. Lâkin beş gün önce Karahisar’ı ele geçirdiğimizde, Seyfi Çavuş’un ailesinin düşman tarafından katledildiğini öğrendik. Bu kahraman Türk evladı kederini yüreğine gömüp anacığını, babacığını defnedemeden düşmanın peşine düştü. Üç gün sonra kendisi de hakkın rahmetine kavuştu.

Kovandaki yazılardan anladığım üzere bu topçu neferlerin bir ailesi de sizler olmuşsunuz. Bu sebeple Seyfi Çavuş’un künyesini sizlere yolluyorum. Başınız sağ olsun. Hayır dualarınızı bizlerden, Fatiha’larınızı aziz şehitlerimizden esirgemeyiniz. Hakkın rahmeti üzerinize olsun.” Yüzbaşı Muhsin Talat 4. Alay, 2. Tabur, 8. Batarya, 14 Muharrem 1341, Salihli. Mektup bittiğinde herkes gözyaşlarına boğulur.

Hiç tanımadıkları halde kardeş oldukları Seyfi Çavuş’a Fatiha’lar uçururlar.

Sonra, Kâmil usta duygulu bir halde tezgâhın başına oturur. Hisli bir halde tezgahının başına geçen Kamil Usta yenilediği gazi kovanın dibine minik iki perçinle Seyfi Çavuş’un künyesini çakar. Harp bitmiş olduğundan bir daha cepheye gitmeyeceğini bildikleri halde yine de her zamanki merasimle mermiyi kundaklayıp sandığa yatırırlar.

Ankara’nın, 1923’ün buz kesen Ocak soğuklarında üşüdüğü bir gün… Savaş sonrası mühimmat depolarındaki sayım sırasında Teğmen Hamdi Vâsıf’ın gözleri, Kâmil Usta’nın hazırlayıp kundakladığı mermiye ilişir.

Böyle bir anının sandıkların arasında kalmasına razı olmaz, ciddi bir suç olduğunu bilerek gazi kovanı evine götürür. Niyeti, bir anı olarak saklamaktır. Ve 1923 Sonbaharı’nın 29 Ekim’i… Ankara Kalesi’nde gönlünce dalgalanan bayrağımızın gölgesinden, genç cumhuriyetin doğuş sesleri olan yüz bir pare top uçurulmaktadır.

Hacı Bayram Veli’nin asırlardır gece gündüz bir meşale gibi her daim İç Anadolu’yu aydınlatan ışığı, Roma kartalının kendi bağrından şarka uçuşu gibi nice olaylara şahit olan bu görkemli kaleden uçurulan bu toplar, öldü denilen bir milletin diriliş sesleridir.

Bu sesleri, sadece Ankara sakinleri değil, ülkenin en ücra köşesindeki fakir ve fedakar Anadolu insanı da duyar.

Bu sesleri, kendilerini istiab edecek bir mezar bulunamadığı için ovaları, bozkırları bir yorgan gibi üzerine çekiveren şehitler de duyar.

Bu sesleri, beyaz ölüm ülkesi Sarıkamış’ta kar kefenlerine bürünerek hazansız baharlarda açan kar çiçekleri de duyar.

İşte bu top sesleri arasında, sağrısını rüzgara vermiş bir harp gemisine tırmanır gibi dik sokaklardan koşarak kalenin zirvesine tırmanan genç bir teğmen vardır.

Sonbahar soğuklarına rağmen kan-ter içinde kalan o teğmen; “Seyfi Çavuş’un gazi kovanı bu şöleni kaçırmamalıdır,”diyen Hamdi Vâsıf’dan başkası değildir.

Yetmiş, belki de sekseninci atış yapılırken topçuların yanına ulaşır. Yüzbaşı Muhsin Talat’ın huzurunda selam durur. “Hamdi Vâsıf Edirne!” “Evet teğmenim, sizi dinliyorum”

Teğmen, üniformasının içinden mermiyi çıkarıp yüzbaşıya uzatır. “Yüz birinci pareyi en çok bu mermi hak ediyor komutanım”

Yüzbaşı Muhsin Talat gözlerine inanamaz, gözyaşlarına boğulur. “Bu o, bu gazi Kovan” O kadar heyecanlanır ki neredeyse genç teğmenin ellerine kapanacaktır.

Daha dün İç Anadolu bozkırında küçük bir kasaba iken, bu gün genç cumhuriyete başkent olmanın haklı gururunu yaşayan Ankara, top sesleriyle inlemektedir.

Biraz sonra bir çavuş; “Yüzüncüyü attık komutanım” deyince; Muhsin Talat, gazi kovanı topun yatağına kendi elleriyle sürerek ateş emrini verir. Subayların kılıç çekerek selamladığı o son top sesi, sanki dört yıllık istiklâl savaşının bütün bir hikâyesidir.

Rütbe ve mevkilerine bakmaksızın topun başındaki askerler kucaklaşarak birbirlerini kutlar. Son olarak Yüzbaşı Muhsin Talat ile Teğmen Hamdi Vâsıf bir birlerine sarılır.

Gazi kovan ayaklarının dibindedir. Yüzbaşı, yaralı bir gaziyi kaldırır gibi, avuçlar gazi kovanı. Hala kor gibidir. Avuçlarının yanmasına aldırmaz. Bilmektedir ki, millet ateşinde yananı başka ateş yakmaz.

Leave a Comment

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.