HARUN TOKAK

Benden sonra ölüm gelir

Adamın birisi bir köye uğrar…

Köyün mezarlığından geçerken mezar taşlarındaki yazılardan, kabristanda yatanların ömürlerinin çok kısa olduğunu farkeder.

Kimisi iki yıl, kimisi üç yıl yaşamıştır. Sekiz yıldan fazla yaşayan yoktur.

Köyde, ilk önüne gelene sorar: “Burada insanların ömürleri neden bu kadar kısadır?”

Bilge köylü “Biz insanların yaşadığı kadar değil, mutlu olduğu kadar yazarız yaşlarını mezar taşına” der.

“Öyleyse benim mezar taşıma bu adam hiç yaşamamıştır diye yazıverin” der adam.

Çarşamba akşamı Muammer Karaca Sahnesi’nde “Benden sonra ölüm gelir” adlı bir oyun izledim. Dünya Radyo Anse Tiyatro Topluluğu’nun sunduğu oyun muhteşemdi. Başarılı genç oyuncularımızı kutluyorum.

Girişte bütün oyuncuların, üzerinde fotoğraf ve isimlerinin bulunduğu temsili mezar taşları vardı. Tiyatro sanatçısı seyircinin kalabalığı oranında mutlu olacaksa mezar taşına pek büyük bir rakam yazamayacaktık. Zira seyirci sayısı oldukça azdı.

Oyuncuların yaşları yazılmamıştı ama oyun bitince ‘biz hiç yaşamadık ki!’ diyeceklerdi.

Tiyatroyu her zaman çok etkileyici bulurum. Bir oyunu camdan seyretmekle canlı izlemek kıyas edilemez. Oradaki atmosferin sıcaklığı sarar ruhumu. Hele ki, oyun güzelse günlerce etkisinden kurtulamam. Mesela, Leyla ile Mecnun filmleri ne kadar zihnimize kazınıyor bilmiyorum ama 1908 yılında kurulan Azerbaycan Devlet Operası’nın birkaç yıl önce CRR’de sahnelediği Leyla ile Mecnun operası bütün tazeliği ile hâlâ hafızamda durur. Ancak ne yazık ki, tiyatromuz televizyona kurban ediliyor.

Aslında hayatımız dünya sahnesinde oynanan bir tiyatrodan ibaret…

Doğduğumuzda kulağımıza okunan ezan, bir gün kılınacak olan cenaze namazımızın ezanı olduğuna göre, bütün bir hayatımız ezanla namaz arasına sızan bir selâ sesinden ibaret değil midir?

O akşam tiyatroda, dünyada kendisi hiç mutlu olamadığı gibi pek çok insanı da mutsuz etmiş bir ressamın son günlerini izledik.

Ölüm yaklaştıkça kabuslar gören Semih Bey, ölüme direniyordu ama yaşadığı hayat ölümden bin beterdi. Uçurumlardan yuvarlanıyordu, tutunduğu bütün dallar bir bir kırılıyordu. Saniyeler bir samyeli olmuş, ömür vadilerindeki her şeyi savuruyordu. Ölümün soğuk ve toprak kokulu kollarına kendini bırakma zamanı gelmişti.

Ölmek üzere olan bir insanın bütün hayatı gözünün önünden geçermiş. İşlediği günahlarının bir nevi cezasını çekermiş.

Semih Bey’in günah hanesi çok kabarıktı…

Önce bir genç kız geldi “Hatırlıyor musun Semih Bey? Senden para istedi diye bir genç kızı kemerinle dövmüştün.

Semih Bey’in yerde duran kemerini aldı. “Bu kemer işte, bu kemerle” diye vurmaya başladı. Sonra o kemerle boğazını sıktıkça sıktı. “Biliyor musun Semih Bey? O dilenci kız bendim. Hatırladın mı beni? Gözlerini kaçırma benden, gözlerimin içine bak!”

Sonra kemeri birden gevşetti. “Ben öldürmeyeceğim seni… Başka birileri öldürür elbet” dedi ve çıkıp gitti.

Biraz sonra odaya bir delikanlı girdi:

-“Ben senin oğlunum.”

-“Benim oğlum yok ki!”

-“Hatırlamadın mı? Annem bana iki aylık hamileydi, ‘çocuk zırıltısından kendimi resimlerime veremem’ diyerek annemi kürtaja zorladın. Zavallı anam ağlaya ağlaya aldırdı beni. Bir ananın yüreğinden, yürek söktün sen! Senin saçma sapan düşüncelerinden dolayı hiç yaşamadan öldüm ben, Güneşin ışığı tenime hiç değmedi benim, yağmur tanesi saçlarımı hiç ıslatmadı, baharı hiç koklamadım, kırlarda koşmadım, uçurtma uçurmadım.”

(Üzerine doğru yürüyünce) Semih Bey:

-“Dur ne olur öldürme beni! Evlat babasını öldürür mü?

-“Ama insanlık senin gibi her gün milyonlarca evladını daha gün yüzü görmeden öldürüyor!” dedi delikanlı. “Ben öldürmeyeceğim seni, nasıl olsa benden sonra ölüm gelir.”

Sonra bir başka genç kız içeri girdi.

-“Semih Bey! Sen benim genç kızlık hayallerimle oynadın! O dakikadan sonra hayat bana zindan oldu, kimsenin yüzüne bakamaz oldum, kahrımdan ölüp gittim. Ama ben seni öldürmeyeceğim… Benden sonra ölüm gelir” der ve çıkıp gider.

Semih Bey’in bütün yaptıklarıyla randevusu vardı o gün.

***

Hayatı boyunca bir kere olsun kalbiyle konuşmayı denememiş, yaptıklarıyla yüzleşmeyi hiç düşünmemiş olanların mezar taşlarına kaç yıl yaşadıkları yazılır bilmiyorum.

Bir bombayla binlerce masum insanın hayatını karartanlar, fuhuş yapanlar, organ kaçakçıları, uyuşturucu mafyaları, işkencelerle insanları inletenler… Ama burada ama orada, yaptıklarıyla bir gün mutlaka yüzleşecekler.

Bir de dünya zevki namına bir şey tatmamış, ömrü harp meydanlarında, memleket zindanlarında ya da sürgünlerde geçmiş, ama kendisini insanlığın mutluluğuna adamış olanların ömürleri kaç yıl yazılır acaba?

“Milletimin imanını selamette görürsem, cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım” diyenlerin, mezar taşı bile yok ki mutlu oldukları yılları yazalım.

İnsan, mutlu kıldıkları kadar mutlu olur.

Bütün bir insanlığın mutluluğunu hayal edenler ölümsüzleşir.

Leave a Comment

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.