HARUN TOKAK

Yeşeren düşler

Adam yalvarır patronuna; “Ne olur kulun kölen olayım! Bari bir harçlık ver. Çocuğum çok hasta, acılar içinde kıvranıyor. Hiç mi insafın yok senin, yıllarca sana kölelik ettim.”

Boynu kalın patron, kükrer adeta; “Git be adam defol başımdan! Yoksa bugünkü yevmiyeni de keserim. Git işinin başına! Herkes çalışıyor sen hâlâ buradasın.”

Olay bir kasabada geçer. Kasabalının saygı duyduğu birisi girer devreye; “Allah’a hesap vereceksin, hiç mi Allah’tan korkmuyorsun” der. Ama yine olmaz. Patron insafa gelecek gibi değil: “Defol başımdan be adam! Onun bunun için araya girip durma, kötü söyletme beni.”

Nihayet kasabaya bir öğretmen gelir ve çocuğu alıp hastaneye koşar. Öğretmen; haksızlığa başkaldırmasıyla, yoksulların elinden tutmasıyla, düşkünlerin derdine ortak olmasıyla, kasabada konuşulur. Bir öğretmen, bin umut olur bir anda kasabaya. Buz tutmuş yürekler çözülmeye başlar.

Bir umut yeşerir kasabada. Kâbus dolu rüyalar görmeye alışmış kasaba halkının düşleri yeşerir.

STV’de yeni başlayan bir diziden izliyorum bu bölümleri. Çalışma odama geçiyorum ve bilgisayarın tuşlarına dokunuyorum.

Yeşeren düşler…

Uzun zamandan beridir köylerimiz kasabalarımız da salmıştı kendini umutsuzluğun kollarına. Çocukluğumuzda yanlış yaptığımızda, nazikçe bizi uyaran nur yüzlü yaşlılarımız vardı. Küçük büyük severdik birbirimizi. Yol verirdik yaşlılarımıza.

Çocuk ruhlarımıza, bereket tohumları ekerdi melek yüzlü ninelerimiz. Tutkal gibi tutarlardı yuvayı. Oğlu, hanımına bir şey demeye kalksa “Bir şey dersen gelinime hakkımı helâl etmem sana! Sakın kalbini kırma” der hakem olurlardı. Alevlenmeye yüz tutan ateşler tutuşmadan söner giderdi.

Şükür ki; köylerimiz, kasabalarımız uyanıyor derin uykudan, yeşeriyor düşlerimiz.

“Yeşeren düşler”deki çaresiz babanın hâli beni alıp götürüyor birkaç gün önceki baba ile oğulun, ‘zamanı donduracak’ kadar hazin fotoğrafına.

Boğaziçi Köprüsü’nden Beşiktaş’a dönen viyadüğün üzerinden arabamızla gidiyoruz. Dışarıda dondurucu bir soğuk var. Yaşlı bir adam sırtına yirmi yaşlarında bir delikanlıyı almış, güvenlik şeridinde takatsiz ayaklarıyla yürümeye çalışıyor. Arabayı durduruyoruz, Salih Bey’e “Sor bakalım nereye gidiyorlar” diyorum.

Hastaneye gitmekte olduklarını ve paraları olmadığı için adamın, evladını sırtında taşıdığını öğreniyoruz. Geri geri gidip alıyoruz arabamıza baba ve oğulu.

Hasta delikanlıya yardım ediyoruz, zor uzanıyor koltuğa. Bitkin baba da çöküyor diğer koltuğa. Delikanlı gözlerini açamıyor. Yüzü kireç gibi bembeyaz. Hayal gibi duruyor karşımızda

-“Nedir hastalığı oğlumuzun?” diyorum.

-“Sormayın evlatlarım, Allah sizden bin kere razı olsun, sabah sabah tuttunuz ya elimizden, Allah da tutsun elinizden. Biz bu viyadüğün altında gecekonduda yaşıyoruz. Yeni ameliyat olmuştu oğlum, apse yapmış dikişleri, gece sancılandı yavrum. Sabahı bekledik. Taksiye verecek paramız yoktu. Güneş doğunca da sırtıma alıp çıkardım şu dereden. Haseki’de ameliyat oldu oraya götürüyorum.

– “Bura nere, Haseki nere babacığım nasıl götüreceksin sırtında?” diyorum.

– “O benim yavrum, onun için yanar ciğerim. Evlat olunca Allah güç veriyor insana” diyor.

Üzerinde yazdan kalma incecik eski bir mont, ayağında ütüsüz yazlık bir pantolon. Tertemiz yüzlü, tıraşını bile olmuş. Asil bir insan besbelli. Yoksulluk savursa da üstünü başını, yitirmemiş o en asil duygularını…

-“Nerelisin?” dedim.

-“Karslıyım evlat.”

-“Neden geldin İstanbul’a?”

-“Memlekette bir şeyimiz yoktu. Büyük şehirdir bizi de basar bağrına dedik amma… Geldik evlatlarım, bizi şurada indiriverin, sağ olun, hepinizi tek tek öpmek istiyorum ama terliyim.”

Kış günü İstanbul buz kesiyor ama o yükü kim taşısa terler.

O hâlâ hem bir taraftan terliyor, hem ağlıyor hem de bir taraftan bize dua ediyor. Vedalaşıp ayrılıyoruz.

Duygu yoğunluğu içinde iş yerime geliyorum.

Gazete sayfalarından gözüme bir haber ilişiyor. “Beş aylık Zeynep çadırda donarak öldü! Kağıthane’deki evleri yıkılınca Sadabat Viyadüğü’nün altındaki naylon çadırda soğuktan sabaha doğru minicik yavrularını donmuş olarak bulmuşlar. Roman oldukları için kimse ev vermemiş.”

Derme çatma çadırın önünde anne ile babanın hüzünlü fotoğrafı. Anne de onbeş yaşında ya var, ya yok.

Sırtında oğlunu taşıyan baba, naylon çadırda minicik yavruları donan insanlar. Yokluğun ve yoksulluğun, her gün yaşanan binlerce acı fotoğrafından sadece ikisi.

Geçtiğimiz günlerde açıklanan, BM çocuk fonu UNICEF’in verilerine göre dünyada yaklaşık 246 milyon çocuk ‘çocuk emeği sömürüsüne maruz kalıyor’. Bu çocuklar; kap kaç, fuhuş ve uyuşturucu ticaretinde kullanılıyor, ağır işlerde çalıştırılıyor. 8-18 yaş arası 300 bin çocuk da savaşlarda kullanılıyor.

Ben bende değilken Cemal Bey giriyor odaya. Önümdeki gazeteyi görüyor. “Bir şeyler yapmalı ama ne?” derken, Cemal Bey:

-“Yıllar önce bir hikaye okumuştum”, diye giriyor söze;

Howard, New York’lu zengin bir işadamıdır. Birgün arabası arızalanır. O gün evine metro ile gider. Bir kız çocuğu görür metronun girişinde. Kızın üstü başı perişandır. Bu utangaç kız çocuğu dilencidir, ama yüzü o kadar masumdur ki, onun o hali çok dokunur Howard’a. Yüreği parçalanır; “Allah’ım niçin böyle manzaralara izin veriyorsun” diye durmadan mırıldanır.

Muhteşem malikanesine gelmiştir ama aklı hâlâ metrodaki kız çocuğundadır. “Allah’ım ne olur bir şeyler yap!” diye durmadan dua eder.

Derken bir ses gelir kulağına. “Howard! Ben bir şeyler yaptım ve seni yarattım.”

Dona kalır Howard. Hatasını anlamıştır.

Dünyadaki problemler insan odaklıdır.

Çözüm insandadır.

Çözüm, vicdanının sesini duyan, duyarlı ruhlardadır.

“Ateş nereye düşerse düşsün, beni yakar” diyen hasbiler çoğaldıkça düşlerimiz yeşerecektir.

Yeşeren düşler, gece yağan yağmurdan sonra, gün ısısında kabarmasıdır toprağın.

Toprak kabarmıştır. Toprak buhar buhardır. Az ötesi bahardır.

Toprak uyanmış, toprak yeşermiştir.

Kurumsallaşan yardım kültürümüzün, bayramlarda evrensel boyutlara ulaşması, çaresiz insanların umutlarını yeşertiyor. Yüzden fazla ülkede muhtaç insanlara yardım elini uzatan Deniz Feneri Yardımlaşma Derneği, İHH İnsani Yardım Vakfı ve Kimse Yok mu Derneği bu kurumsallaşmanın örneklerinden.

Yeşeren düşlerimizin meyveye durması dileği ile…

Leave a Comment

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.