HARUN TOKAK

Üsküdar’da sabah oluyor

Perdeyi sıyırıyorum, gece çoktan sırtını sabaha dayamış…

Şehir, evlatlarının sahura uyanmasını bekliyor…

Birkaç günden beri her gece bir parçasını geride bırakarak parlayan dolunayın yüzünde, bir kırılganlık, bir küskünlük var.

Işıktan dudaklarıyla elveda türküleri tutturmuş, gidiyor.

Ayrılığın hüznü, sonbahar yağmurlarında ıslanan kızarmış çınar yaprakları gibi titreyen yüreğimize daha şimdiden bir alaca karanlık gibi çöküverdi.

Ansızın geldi.

Ansızın gidiyor.

Hazan yağmurları gibi…

Yunup yıkanabildik mi?

Her gece sabahlara kadar Yaradan’ın: “Var mı dua eden, duasını kabul edeyim” sesini duyabildik mi?

HHH

Yağmura doymayan toprak gibi hissediyorum kendimi.

Gökyüzü, mavi bir kristal gibi berrak…

Merhaba yokuşları geride kalmış, elveda inişlerine salmış kendini ışıktan bir hayalet gibi gidiyor Ramazan.

Sahil yolunun yorgun ışıkları Boğaz’ın serin sularında titriyor.

Boğaz’ın açıklarında dev bir gemi, siyah bir kütle gibi arkasında beyaz köpükler bırakarak köprüye doğru ilerliyor…

Yaz boyunca, Bebek’teki eğlence merkezlerinden yükselerek Çamlıca’nın yamaçlarında yankılanan müzik sesleri, Ramazan’la birlikte azalsa da, ‘ışıkların bile müziğin yüksek ritmine kendini kaptırdığı bu mekânlara Ramazan uğramıyor” diye düşünüyorum.

Biraz sonra okunacak ezanlar duyulur mu buralarda?

Işıkların arasında, belirsizliğe yürüyen bu insanların sahur sabahlarına yolları uğrar mı?

Sabahı var mıdır bu mekânların?

Minarelerin, mabetlerin gölgesinde büyüyen bu insanlarımız orucun neşvesini bir kere olsun tatmışlar mıdır?

İstanbul’un bu ışıltılı yaz geceleri kaybetmekten, unutmaktan, eğlenmekten başka ne verir bu insanlara?

Hayatlarının en alımlı, en verimli çağlarını ışıltılı gecelerin dipsiz kuyularına gömen bu insanlar, bir gün dönmek isteseler nereye döneceklerini biliyorlar mı?

Bir gün gençlik, güzellik, zenginlik, sağlık bir bir veda ederken, onlar veda edecek birilerini bulabilecekler mi?

Dünyanın kapıları, bir bir kapanırken hangi kapıyı çalacaklar?

Umutsuzluk, avucunun içine alıp acımasızca sıkmaya başladığında gidecekleri bir umut kapısı biliyorlar mı?

Yahya Kemal’in, “Ezansız Semtler”i düşüyor sükûn dolu dünyama:

“Kendi kendime diyorum ki: Şişli, Kadıköy, Moda gibi semtlerde doğan, büyüyen, oynayan Türk çocukları milliyetlerinden tam bir derecede nasip alabiliyorlar mı? O semtlerdeki minareler görülmez, ezanlar işitilmez, Ramazan ve Kandil günleri hissedilmez. Çocuklar Müslümanlığın çocukluk rüyasını nasıl görürler. Biz ki minareler ve ağaçlar arasından ezân sesleri işiterek büyüdük. O mübarek muhitten çok sonra ayrıldık, biz böyle bir sabah namazında anne millete dönebiliriz. Fakat minaresiz ve ezânsız semtlerde doğan, Frenk terbiyesiyle yetişen Türk çocukları dönecekleri yeri hatırlamayacaklar.”

HHH

Kapının zili çalıyor; sahur programına götürecek araba gelmiş olmalı.

Şehrin, Ramazan ruhaniyeti sinmiş tenha sokaklarında ilerliyoruz.

Şafağın aydınlığında, oruçlu insan yüzü gibi süzülüyor evler.

Atik Valide’nin yakınından geçerken, şairin bir Ramazan günü garib kaldığı bu sokaklarda oruçsuzluğun gurbetini dile getirdiği;

“Top gürleyip oruç bozulan lahzadan beri

Bir nurlu neşe kapladı kerpiçten evleri

Ya Rab nasıl ferahlı bu âlem, nasıl temiz!

Tenha sokakta kaldım oruçsuz ve neşesiz” dizeleri düşüyor şafağın eteklerine.

Ruhuna hadsiz bir gurbet akşamı yaşatan iftardan uzak kalışına yine bir teselli buluyor kendince ve ferahlıyor.

“Onlardan ayrılış bana her an üzüntüdür,

Madem ki böyle duygularım kaldı çok şükür.”

HHHH

Yosun kokusu ve tatlı bir rüzgâr… Burası Üsküdar…

Acıların bir gece gibi Anadolu’ya çöktüğü yıllarda, işgal altındaki İstanbul’a bakarak sessizce ağlayan…

Anadolu’ya gitmek isteyen nice yiğitleri bağrında korkusuzca saklayan, düşman uykuya dalınca da yola salan…

Nice muzaffer ordulara otağ olan, sonra sefere yollayan…

Valilik görevini Anadolu’da yapan şehzadeleri saltanat kayığı ile Dersaadet’e uğurlayan

Aynı duvarı paylaşan cami, havra ve kilise ile yıllarca birlikte yaşamanın, hoşgörünün örneklerini sunan Üsküdar…

Gemide yerimizi aldığımızda Üsküdar’da sahur vaktiydi.

Denize açılan ve hiç birinin diğerinin görme hakkını engellemediği cumbalı evlerde de birer ikişer ışıklar yanmaya başladığında ben yine,”Ezansız Semtler”in rüyasındaydım.

“İşte bu rüya, çocukluk dediğimiz bu Müslüman rüyasıdır ki bizi henüz bir millet halinde tutuyor. Bugünkü Türk babaları havası ve toprağı Müslümanlık rüyası ile dolu semtlerde doğdular, doğarken kulaklarına ezan okundu, evlerinin odalarında namaza durmuş ihtiyar nineler gördüler, mübarek günlerin akşamları bir minderin köşesinden okunan Kur-an’ın sesini işittiler; bir raf üzerinde duran Kitabullah’ı indirdiler, küçücük elleriyle açtılar, gülyağı gibi bir ruh olan sarı sahifelerini kokladılar. İlk ders olarak besmeleyi öğrendiler; kandil günlerinin kandilleri yanarken, Ramazanların, bayramların topları atılırken sevindiler. Bayram namazlarına babalarının yanında gittiler, camiler içinde şafak sökerken Tekbirleri dinlediler, dinin böyle bir merhalesinden geçtiler, hayata girdiler. Türk oldular.”

Sabırla bekleyen şehir, sakinlerinin silkinerek uyanışından sürurlu…

Koyu bir kırmızılık fışkırırken yerle göğün buluştuğu yerden; bir ezan başlıyor Ortaköy minarelerinden.

Sonra küçük bir el çırpışıyla, yüzlercesi birden uçuşan güvercinler gibi minarelerden göklere doğru kanatlanıyor ezanlar.

Bu seher vakti, uhrevi avaz ile semtler bir birine sesleniyor.

Bu vakitte “Meleklerin kanat seslerine karışıyor, mabetlere koşanların ayak sesleri”

Boğaz, derinliklerine dökülen ışıklarıyla; ışıltılı gerdanlığıyla açık havada, yıldızların altında, üzerindeki bütün takı ve ziynetleriyle uykuya dalmış bir dilberi andırıyor.

Tatlı bir rüzgârın siyah ve uzun saçlarını okşadığı bir güzel gelin gibi uyanıyor mahmur uykusundan.

Mihrimah Sultan ve Valide Sultan’ın müezzinlerinin doyumsuz sabah ezanları başlıyor.

Sırayla ve birbirini bekleyerek okudukları bu sabah ezanları bir başka ahenk katıyor Üsküdar’a.

Bu, kadın Sultanların yaptırdığı mabetlerden yükselen ezanlarla, gönlü Üsküdar ezanları kadar coşkun Ümit Meriç Hocamızın “İstanbul bir kadınlar şehridir” tespiti takılıyor sabah aydınlığına koşan hayalimin kanatlarına.

“İstanbul, bin beş yüz yıldır bir kadınlar şehridir. Kız Kulesi’ne, pergelimizin sivri ucunu batırır ve pergelin öbür ayağıyla İstanbul’u fırdolayı gezersek, bizi şehrin her semtinde bir hanımefendi karşılayacaktır…”

Sahur vakti, bir başka güzel Üsküdar…

“Işığı yanan evler”den yükselen ışıkların, semadan inen nurlarla gökte bir ışık bulutu oluşturarak, ışık sağanağına dönüştüğü bu dakikalarda hakikaten bir başka güzel Üsküdar.

Gecenin gül yanakları yavaş yavaş kızarmakta…

Moda, Bebek hâlâ uykuda, Üsküdar’da sabah olmakta…

Leave a Comment

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.