HARUN TOKAK

Umutla örülür hasret köprüsü…

Güzel bir Bakü akşamı…

Hazar’ın kıyılarında Işık Süvarileriyle birlikteyiz.

Denizden doğru gelen tatlı ve ıslak bir esintiye bırakmışız kendimizi.

Bakü’nün en hüzünlü mekânı olan Şehitler Hıyabanı’nı yangın yerine döndüren güneş, alev püsküren ciğerlerine yanık karanfil kokuları çekerek, gidiyor.

Ve gün dökülüyor Hazar’ın kurşuni sularına. Rüzgar, Şehitler Hıyabanı’ndan yanık karanfil kokuları taşıyor yüreğimize.

Hıyaban’da yanan dev meşale gökten yere doğru sarkıtılmış yedi kandilli Süreyya gibi, gecenin siyah perdesini yırtarak parlıyor.

Şehitler Hıyabanı’nda; 1918’de Azerilerin yardımına Anadolu’dan koparak koşan Nuri Paşa komutasındaki Kafkas Ordusu’nun Türk şehitleri, 20 Ocak gecesinin Özgürlük Şehitleri ve 1991’deki Hocalı Şehitleri koyun koyuna yatmaktadır.

Şehitler, ağaçlık bir tepeden bakıyorlar Hazarın serin sularına.

Bakü bir dünya şehri olmuş; bu günlerde Dünya İslam Başkentleri toplantısına ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor. Geçirdiği bunca badireden sonra, her geçen gün biraz daha serpilen bir dilber gibi Hazar’ın rüzgârlarında savuruyor saçlarını.

1990’ın Bakü’sü geliyor gözlerimin önüne.

O soğuk ve hüzünlü 20 Ocak gecesi…

Bakü’nün hüznü siyah bir şal gibi büründüğü gece.

Ekranlara baktığımızda içimizin kan ağladığı, tankların özgürlüğe yürüyen insanları asfaltlara yapıştırdığı, kanlı gece…

Gündüzünde, katledilen şehitlerini kucaklarına alarak yüz binlerin, Azadlık meydanında özgürlüğe koştukları o acılı günler.

Boşuna değildir, her bir karanfilden yanık kokusunun gelmesi.

Boşuna değildir, her bir karanfilin gecenin kuytularında sessizce, kırağılaşan sabahlarda da aşikar ağlaması.

Anadolu o günlerde büyük bir göz olmuş Azeri kardeşleri için ağlıyordu. Ama yapılan yardımları ulaştıracak bir hattımız bile yoktu.

O acılı günlerde Fethullah Gülen Hocaefendi’nin katliamı kürsüden anlatırken bayılışını hiç unutamam. Sevenleri, korku ve şaşkınlıkla “Hoca efendi öldü … Hoca efendi öldü” diyerek başına üşüşmüşlerdi.

Acılardan yontulmuş nurani bir heykel gibi kürsüde uzun bir süre sessiz kaldıktan sonra, kendine geldiğinde; “Korkmayın ben bu kürsülerde ölecek kadar şanslı değilim” demişti.

……………….

O günlerde kardeşlerinin yardımına yine Anadolu’nun fedakar insanı koşar.

Erzurum sınıra daha yakındır. Erzurum’lu vefakar iş adamları bir araya gelerek yardımların nasıl toplanacağını ve nasıl ulaştırılacağını konuşurlar.

O günleri, o günlerde Zaman Gazetesi’nin Erzurum temsilcisi olan değerli dostum Ali Bayram Bey’den dinleyelim;

“1990 yılıydı…Azeri kardeşlerimizin ne kadar zor durumda olduklarını televizyon ve gazetelerden takip ediyorduk. Durum dehşet vericiydi. İçimiz kan ağlıyordu. Azerbaycan’da ve Nahcıvan’ da ilaç ve yiyecek sıkıntısı hat safhadaydı . Yardım çığlıkları geliyordu.

Erzurum’un fedakar işadamlarıyla bir araya geldik. Duygu dolu bir toplantı oldu. Her zaman olduğu gibi Anadolu insanı yine coşmuştu. Her fedakarlığa hazırdılar. Beni de temsilci seçtiler. Önce dönemin Nahcıvan başbakanı İbrahim Bican Bey’le irtibata geçtim. Başbakan; “bunu telefonda halletmek zor görünüyor, ben durumu Haydar Aliyev Cenapları’na da anlattım, onun da kanaati sizin Aralık sınırına gelmeniz ve orada bu konuyu konuşmamız” dedi.

” Varılmaz yol değil, nice hardasın?

Ben burada, sen ise aha şurdasın.

Bilirim bu sıra sen de dardasın.” diyerek, düştüm yola.

Aralık sınırına vardığımda, Başbakanla beraber, çoğu kabine üyesi 10 kişilik heyet, Nahçıvan tarafındaki Dil İskelesin’de beni bekliyordu. Ben küçük bir kayıkla Aras’ın öte yakasına geçtim, İbrahim Bey ve heyetle kucaklaştık.

Seneler önce Ağrı Dağı’nın eteklerinde güneşin doğuşunu seyrederken, acaba bir gün şu huduttan Asya kıtasına geçmek ve Azeri kardeşlerimize kavuşmak nasib olur mu? diye düşünürdüm. Düşlerim gerçek olmuştu.

Başbakan beni 25 km ötedeki Sederek’e davet ettiyse de maalesef kabul edemedim. Hem sınırı izinsiz geçmiştim hem de beni taşıyan küçük kayık sulara sürüklenir, çeker giderse ortalıkta kalırım, diye düşündüm.

O tarihi görüşmeyi nehrin kıyısında gerçekleştirdik. Sayın Başbakan’a ve beraberindeki heyete;

Efendim, Anadolu koca bir göz olmuş sizin için ağlıyor, neler yapabileceklerini soruyorlar, beni de temsilci seçtiler. Nelere ihtiyacınız varsa lütfen bize bildirin, ben, Fethullah Gülen Hocaefendi’yle de konuştum. Bana ; ‘ Ali Bey! kardeşlerimiz için elimizden ne geliyorsa yaparız, insanımız vefalıdır, elinden gelen her şeyi Allah’ın izniyle yapar’ dedi.

Heyet çok duygulandı.

Uzunca bir ihtiyaç listesi çıkarttık. Liste de yok yoktu.Yardımların taşınması için de nehrin en dar yerine bir köprü inşa edilmesine karar verildi.

Adı da “Hasret Köprüsü” olacaktı.

Biz de bu arada bütün Anadolu’yu harekete geçirdik.

Anadolu insanı her zamanki gibi coşmuştu, yardım konvoyları sıra sıra yollara dizildi.

Köprünün yapımı tamamlandığında konvoylar da Aralık sınırına dayanmışlardı.

Açılışa Rahmetli Aliyev de geldi. Çok sevinçliydi. İki kardeş halk, iki uçta kucaklaşmak için hasret ve heyecanla bekleşiyorlardı.

Aliyev’le köprünün tam ortasında buluşarak yeniden kucaklaştık ve köprünün ortasına bağlanan kurdeleyi birlikte kestik. Böylece yıllarca kapalı olan sınır aralanmış, kardeşlik köprüleri yeniden kurulmuştu.

Kurdelenin kesilmesiyle birlikte insanlar köprüye hücum ettiler. Köprü sallanmaya başladı. Hatta birkaç tahtası kırıldı ve Aras Nehri’nin azgın akan sularına düştü. Biz o boşluklardan suya düşmemek için Aliyev’le bir birimize sarıldığımızda Aliyev’in söylediği sözleri hiç unutamıyorum;

‘Ali Bayram, endişe etme, ikimiz bu iki milletin kavuşması için gösterdiğimiz çabadan dolayı düşersek de düşelim. İki halkın dostluğuna, hasretinin bitmesine, İki Ali feda olsun’

Salimen Türkiye tarafına geçtik.

Aliyev,

İlk defa Anadolu toprağına ayak basıyordu. Hasretle öptü ve kokladı, Anadolu toprağını.

Bir müddet kaldıktan sonra vedalaştık. Tekrar o Hasret Köprüsü’nden geldiği heyetle birlikte döndü ve gitti. Yardım konvoyları da birer ikişer geçmeye başladı, Hasret Köprüsün’den”

“Hasretim, yetmiş yıl geçti aradan

Hasretim, bu sabır sanma sıradan

Hasretim, bir ışık parlar buradan

Düş değil, erilir Hasret Köprüsü.”

İşte gün açılan Hasret Köprüsü’nden önce yardım konvoyları ardın da Önden Giden Atlılar geçtiler. Mehlika Sultan’a aşık gençler gibi koştular Kaf Dağlarına doğru. Çağ adında bir eğitim şirketi kurdular ve okullar açtılar. Kalıcı kardeşlik köprüleri oluşturdular.

Bir gün bu okullardan birini ziyaret eden merhum Aliyev, gördükleri karşısında çok duygulanır ve şu tarihi sözleri söyler;

“Bilirim ki, bu liseler Çağ Öğretim Şirketine aittir. Onların işinden çok memnunum. Bu liselerin faaliyeti Azerbaycan’da tahsilin seviyesinin yükselmesine hayli yardım ediyor. Biz bu liseleri numune gösteriyoruz. Diğer mektepler bu liselerin faaliyetini örnek alsınlar. Ben buna göre öz teşekkürümü bildiririm”

………………

Hazar’ın kurşuni sularına gün dökülüyor…

Bakü’nün en hüzünlü mekânı olan Şehitler Hıyabanı’nı yangın yerine döndüren güneş, alev püsküren ciğerlerine yanık karanfil kokuları çekerek, gidiyor.

Hazar’ın serin suları önce kararıyor, sonra da mehtabın aydınlığında salınmaya başlıyor.

Uzaklardan, Şehitler Hıyabanı’nın yanık karanfil kokuları doluyor yüreğimize.

Gökten sarkıtılmış yedi kandilli Süreyya gibi yanan meşalenin etrafını sarıyor şehitlerin ruhları.

Işık Süvarileri ile bir Anadolu’ya, bir Bakü’ye bakıyoruz;

“Aynı iklim, aynı toprak, aynı kan,

Aynı türkü kulaklara yayılan.

Burası Kars, Iğdır. O yan Nahçıvan,

Umutla örülür Hasret Köprüsü. ”

Leave a Comment

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.