HARUN TOKAK

Suya Düşen Kan

Gece…Muharrem’in onuncu gecesi…Gün boyunca bağrı kızan çöl, ay ve yıldızların şavkında parlıyor.

Aydınlık çölde nazlı nazlı akıyor Fırat. Fırat’ın ay ışığı vurmuş sularından yükselen bir havar türküsünü dinliyor Kerbela toprakları.

Fırat’ın yanık sesi duyuluyor sabaha değin. Fırat ağlıyor, Fırat hıçkırıyor, Fırat feryat ediyor;

“Fırat’ım ben… Fırat’ım ben… Ciğerleri yanan Ehl-i Bey’te bir yudum su veremedikten sonra bunca suyu ne edeyim ben.”

Gece…

Muharrem’in onuncu gecesi…

Çöl yanıyor…

Kerbela’da gam ve bela kol kola yürüyor, Kerbela’da kumlarla birlikte güller de yanıyor.

Kerbela’da kumlar aleve sarıyor…

Gül dudaklar kuruyor, çadırlar yanıyor, çocuklar yanıyor…

Çadırlardaki susuz çocuklar Fırat’ın aydınlık şırıltılarını duyuyor.

Kulaklara dolan şırıltılar anaların yüreklerini yakıyor.

Bir yudum suya, bir yudum sevgiye hasret Ehl-i Beyt yanıyor, Alem-i İslam’ın kalbi yanıyor.

“Su! Su!” diye inleyen çocuklara can dayanmıyor.

O gece gazap toprağı oluyor Kerbela. İnsanlıktan uzak bir yerde, Kerbela’da kader bir havar çığlığı gibi örüyor Ehl-i Beyt’in hayatını.

Fırat buz gibi akıyor ama yanı başında sevgiye hasret bir demet gül yanıyor.

Kıvrılarak,  ağlayarak, hıçkırarak, çığlık çığlığa, en hazin şırıltılarla akıyor, akıyor Fırat.

İslam Alemi’nin cesarette, cömertlikte, fedakarlıkta, ilim ve takvada ideali  olan Ehl-i Beyt’in evlatları yanıyor.

Gece…

Muharrem’in onuncu gecesi…

Gün boyunca çöle inen sıcaklıkla sabaha değin kumlardan alev fışkırıyor.

Ehl-i Beyt nefes almakta zorlanıyor.

Hz. Hüseyin(ra); Ehl-i Beyt’i boğmaya gelen ordunun komutanı Ömer b. Sa’d’a elçi gönderiyor.

“Anlaşılan bu gece son gecemizdir, git! Bu gece için mühlet al. Bu gece namaz kılalım, Rabbimize dua edelim, Kur’an okuyalım.”

Son arzu kabul ediliyor.

Gece saldırılmayacaktır.

Hz. Hüseyin yanındakilere:

“Gece sizi bürüyünce Ehl-i Beyti birer ikişer alınız ve buradan uzaklaşınız” diyor. Kelebekler, Kerbela ateşinde yanmayı tercih ediyor.

Namaza, Kur’an’a tahsisli gecede son namazlar kılınıyor, son niyazlar Sonsuzluğun Sahibine iletiliyor.

Gece sırtını sabaha dayadığında mehtabın ışığında niyaza durmuş olan Hazreti Hüseyin’in  o yorgun ve güzel gözleri kapanıyor.

“Düşman saldırıya geçti!” diyerek uyandırılıyor. Güzel gözlerini açıyor ve;

“Dedem, ‘Hüseyin’im! Ben seni bekliyorum, bugün bana kavuşacaksın,’ dedi” sözleri dökülüyor susuz dudaklardan.

Gül yüzü, en tatlı tebessümlerdedir.

O gece bütün gam kervanlarının yolu Kerbela’dan geçiyor.

Yezid’in orduları, korkuyla hiç tanışmayan, haksızlıkların üzerine cesaretle yürüyen Ehl-i Beyt ailesinin üzerine daha güneş doğmadan saldırıyor.

Sabahın seherinde vınlamaya başlayan oklarla kirpiye dönen gül bedenler, atların ayakları altında çiğneniyor.

Boyuna göre kılıç bile bulunamayan Ehl-i Beyt delikanlıları, çocukları, bir bir doğranıyor. Gün, Fırat’ın sesi ve güneşin parlak ışıkları ile başlıyor.

Bu gün bile hala yeni evlenen çiftlerimize dua ederken;

“Allah’ım bu gençlere Hz. Ali ile Hz. Fatıma’nın arasındaki sevgiyi ver” dediğimiz cennet çiftinin çiçekleri çiğneniyor. Hazreti Ali, kendisini istemeye geldiğinde babasının; “kızım ne diyorsun?” sorusu karşısında sonsuz bir sükût denizi gibi duran, gözlerinden süzülen cennet incisi gözyaşlarıyla; “anamdan sonra ben senin hem kızın hem anandım ya şimdi benden sonra kim görür senin işlerini” diyen Fatıma anamızın gülleri yanıyor.

Güneş yükseliyor…

Çölün bağrı kızıyor…

Ehl-i Beyt delikanlılarının taze bedenleri kanlara, kumlara belenmiş yerde yatıyor.

Kızgın kumlardan buğu buğu kan kokuları yükseliyor.

Cuma vakti yaklaşınca minarelerden Allah Rasulü’nün adı yükselmeye başlıyor. Güllerin Efendisi’nin sesi minarelerden göklere yükselirken, evlatları bir bir kızgın kumlara seriliyor.

Hazreti Ali ve Hazreti Fatıma anamız, çadırın direğine dayanmışlar, güllerinin yanışını, dallarının kırılışını, yapraklarının koparılışını seyrediyor.

Kıyamete kadar gelecek bütün evliyanın asfiyanın anası olan gül sultan yorgun ve yaralı bir kuş gibi çadırın dibinde durmadan çırpınıyor.

Can parçasının ciğer pareleri yanıyor; ilmin kapısı olan, Hayber Kalesi’nin kapısını bir pençede söken Allah’ın Aslanı’nın yavruları kızgın kumlara seriliyor. Müslümanları saran, buluşturan sevgi kalesi yıkılıyor, parçalanıyor.

Torunları, kıyamete kadar birer akıncı edasıyla pirleri, dedeleri, babalarıyla devamlı olarak İslam ordularının önünde yol açacak olan yiğitlere kıyılıyor.

Zaman durmuş melekler bir biri üzerine üşüşmüş, her şey Kerbela’ya kilitlenmiştir. Hicret esnasında bir gül yatağına uzanır gibi korkusuzca ölüm yatağına uzanan Allah’ın Aslanı Hazreti Ali’nin Ömer, Osman ve Ebu Bekr adında ki evlatları, amcalarının gözü önünde bir bir doğranıyor. Taze bedenlere inen her kılıç darbesinde “Amca! Amca!” Feryatları yükseliyor.

Her feryattan sonra çadırlardan çığlıklar yükseliyor.

Sıra alnı, gözleri, güzelliği gönülleri fetheden cennet reyhanı Hazreti Hüseyin’e geliyor.

Susuzluk dayanılmaz bir hal alınca atını Fırat’ın serin sularına sürüyor.

Beş yüz asker birden dikiliyor karşısına. Etten ve kemikten bir duvar örüyorlar nazlı nazlı akan serin sularla arasına.

Yine de suya kadar ulaşıyor ve nehri avuçluyor. O anda bir ok vınlayarak geliyor ve damağına saplanıyor.

Kan damlıyor avucundaki suya.

Bir tutam ateş tutuşuyor o sudan.

O ateş hâlâ yanıyor…

O kan hâlâ damlıyor…

O gözyaşı hâlâ akıyor…

Ve Hazreti Hüseyin, bir yudum su içemeden dönüyor çadırların olduğu yere. Çığlıklar yükseliyor çadırlardan.

Feryatlar yükseliyor Ehl-i Beyt kadınlarından.

Yezit ordusunun başında, Uhud’da Peygamberimiz’in (sav),  “Anam babam sana feda olsun” dediği Hz. Sad’ın  oğlu Ömer vardır.

İlk oku o fırlatıyor Hz. Hüseyin Efendimiz’e.

Babası Peygamberi (as) oklardan korumuş olan oğul, vuruyor Peygamberin reyhanını.

Hz. Hüseyin tam otuz üç kılıç yarası alıyor. Artık atının üzerinde zor duruyor.

Çadırlardaki kadınlarla da irtibat kesiliyor. Sırtından giren bir mızrakla atından yere düşüyor.

Kanlı yüzü kızgın kumlara batarken dudaklarından şu sözler dökülüyor;

“Bu gün Cuma’dır ve namaz vaktidir. Minarelerde adı anılan, minberlerde salavat getirilen benim dedemdir.”

Çadırlardaki çocuklardan kadınlardan çığlıklar yükselmeye başlıyor.

Efendimiz (as), onları bir bir almıştı abasının altına da; “Bunlar benim Ehl-i Beytim, ben bunları seviyorum, siz de seviniz” demişti.

Ama şimdi kanadı kırık kuşlar gibi bir bir uçuyorlar örtünün altından.

“Cihanın sahibinden bir yudum su kıskanılmış aah!

Fırat ağlar, Murat ağlar, zemin-ü asuman ağlar”

Ve Kerbela’da bir ateş düşüyor islam’ın kalbine, o ateş hep harlanarak, asırları ve yürekleri yakarak günümüze kadar geliyor.

**********

Rahmetli babam hep ağlayarak anlatırdı bize Kerbela’yı…

Onun içindir ki, Ali’dir ağabeyimin adı, Hasan’dır küçük kardeşimin adı.

O gün bu gündür gözlerimiz Fırat, yüreklerimiz Kerbela’dır.

O ateş hâlâ yanıyor…

O gözyaşı hâlâ akıyor…

O kan hâlâ damlıyor…

Alvarlı Efe Hazretleri ne güzel söyler;

“Bu gün mah-ı Muharremdir, muhibb-i hanedan ağlar.

Bu gün Eyyam-ı matemdir, bu gün ab-ı revan ağlar.”

2 thoughts on “Suya Düşen Kan”
  1. kınalı küheylanlar..
    muhteşem bir eser;devrik cümleleri öyle güzel işleyip elemiş ve destanlarla yogurmuş ki yazar anlatılmaz okunmalı cinsten.
    Ama ben biraz ,biraz degişik bir haldeyim,ne bilim biraz eksik mi desem fazla mı desem.
    Yani kendime ait bir iki tane gördüm.Kürdüm ben; Eser sanki sadece türklere hitap ediyor ;atalarımızın yurdu,oguz türkleri gidenler türkler gidilen türki cum. ler.
    Ben şimdi hizmete fazla ısınmamış bir arkadaşa bu kitabı önersem benden benligimden bahsetmiyor,
    türkler gidip alsın der.belki gidenler gidilenler bu duygu ve düşüncede degillerdir ama ,
    bilmiyorum keşke bunu harun hocam(başımın üstün yeri var ve koyarımda hiç düşünmeden) okusada bana içimdeki küçük çok küçük kıvılcımları söndürse bir rahatlasam.yani şimdi bana türki cum. git deseler abilerim biraz “ait olmadıgım topraklara” diye şeyler geçer içimden ve benim bunu dindirecek hiçbir fikrim yok.bilmiyorum, nasıl düşünmem gerektigini bilmiyorum..

    1. Yasin bey kardesim
      Kitapta seni rahatsiz eden yerleri bana gonderirsen guzel bir katki vermis olursun ben anadolu diyerek turki dunya yerine asya afrika diyerek hep kucaklayici ifadeler kullanmaya calistim ama gozumuzden kacanlar olabilir selamlar

Leave a Comment

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.