HARUN TOKAK

Son kış…

Kış’la, sonbaharın amansız kavgalarına sahne olan Rahva Ovası’nı geçmek pek de kolay olmaz.

Bu mevsimde, Rahva tekin değildir.

Nihayet, uzaktan, köyünün yamaçları görünmeye başladığında; masum ve gözü yaşlı çocuklar gibi hatıralar bir birleriyle yarışırcasına ona doğru koşmaya başlar.

Köyün girişine geldiğinde, bir taşın dibinde durarak, ellerini açıp dua eder:

“Onunda yolunu bekleyen vardı

Anası,babası, sevdiği vardı”

Kalbinden boşalır gibi gelen göz yaşlarını tutamaz.

Soğuktan herkes içerlere çekilmiş, ortalıklarda kimsecikler yoktur.

Doğduğu ve acı, tatlı hatıraların geçtiği toprak evine yıllar sonra kavuşmanın tadına varır o gece.

On iki yıllık hasret bitmiştir.

Uzaktan yakından duyup gelen misafirler, birer ikişer gittikten sonra da, istirahata çekilir.

Yorgundur.

Yatmadan önce toprak evin camından bir kez daha karanlığa doğru bakar. Üzerine aydınlık bir alaca karanlık çöken köy, incecikten atıştıran ilk karın altında bir başka güzeldir.

Son bir vafize yapar gibi yaşadığı her şeyi hafızasında yineleyip tazeleyerek yatağına uzanır.

Sabah namazı vakti babasının kalkmadığını gören oğlu, kapısına kadar giderek seslenir.

Ses-seda vermez, Kemal Efendi.

***

O yıl, güz rüzgârları erken başlamıştır, doğuda.

Ağaçlar, cezbeye tutulmuş dervişler gibi salınıp durmaktadır.

Serkan Öğretmen, 1992’i Eylül’ünde, okulların açılmasına birkaç gün kala, elinde kocaman bir bavul, babasıyla birlikte dağlar arasında unutulmuş bu ıssız köye gelir.

Doğu’nun en çok şefkatli öğretmenlere, eğitime ihtiyacı olduğunun, bilincindedir.

O gece, köy muhtarı Kemal Efendi ağırlar onları.

Serkan Öğretmen’in babası Şahin Bey, birkaç gün köyde kalır. Bu süre zarfında, Muhtar Kemal Efendi onlarla candan ilgilenir.

Yüzünden vakar ve olgunluk dökülen Kemal Efendi, başında poşusuyla, uzun boyu ve iri yarı haliyle tipik bir doğuludur. Yüreği sevgi dolu Doğu insanının cömertliğini sunar onlara.

Şahin Bey köyden ayrılırken artık gözü arkada değildir. Yine de Muhtar’a “Kemal Efendi, oğlum sana emanet” demeden edemez.

Oğluna da; “oğlum bak görüyorsun ya bu köyün insanları çok cana yakın, samimi insanlar, burada, bir asker gibi adanarak ülkene hizmet etmeni istiyorum, anneni düşünme ben onu teselli ederim” diyerek, ayrılır.

Şahin Bey’le, Kemal Efendi ara sıra telefonlaşırlar.

Kış, ağır ağır dağlardan düze doğru inmeye başlar.

Köy yolları kısa zamanda kapanır.

En yakın kasabayla bile irtibat kopar.

Fakat çok şükür ki, o yoksul halleriyle bir sürü kapı aşındırarak inşa ettikleri okulları, çocukların oyun ve şamataları ile şenlenmiştir.

Serkan Öğretmeni de çok sevmişlerdir.

Yarı yıl tatiline kadar öğrencilerin hemen hepsi Türkçeyi bir güzel öğrenirler. Onlar öğretmenlerini, öğretmenleri de onları anlamaya başlar.

Serkan Öğretmen köye bir bavulla gelmiş sade bir adamdır ama bu gelişle artık köyde iki dil konuşan insan çoğalmış, köy zenginleşmiştir.

Kendisi de Kürtçeyi öğrenir. Arada bir Kürtçe konuşması öğrencilerin ve köylülerin, Serkan Öğretmene daha bir ısınmalarına vesile olur.

Doğu’nun bu dağ köyünde, kışta, açan bahar çiçekleri gibidir, bu çocuklar.

Şubat tatili geldiğinde karayollarına ait iş makineleri köyün yolunu açar.

Serkan Öğretmen’in babası, Kemal Bey’i arayarak, oğluyla birlikte gelmesini, kendisini misafir etmek istediğini söylediğinde, Kemal Efendi;

“Benim biraz işlerim var, yazın gelirim” derse de, Şahin Bey ısrar eder. Birlikte yola çıkacakları sabahtan önceki akşam uğurlama vesilesiyle herkes Kemal Efendi’nin evinde bir araya gelir.

Gecenin bir hayli ilerlediği bir vakitte birden sokak kapısı yediği yumruklarla, sarsılır.

Gelenleri tahmin etmiş olmalı ki, “durun kapıyı ben açayım” der, Kemal Efendi. Kapıyı açınca beti benzi atar.

Gelenler, başlarında poşular, ellerinde keleşlerle, kışın dondurucu soğu ile birlikte dalarlar, içeriye.

İstediklerini alırlar.

En küçük bir direnmenin neye mal olacağını bilir, köylüler.

Sadece bir an evvel gitmelerini dilerler. Teröristlerin başı “haydin gidiyoruz” deyince, herkes derin bir nefes alır. Tam kapıdan çıkacakları an, içlerinden birisi;

“Öğretmen köy çıkışına kadar bizimle gelecek, orada bırakırız” der.

Korkulan olmuştur.

Kemal Efendi’nin ve köylülerin yalvarmaları boşunadır.

Yanlarına Serkan Öğretmeni de alarak gecenin zifiri karanlığında kaybolurlar.

Çıldırtan bir bekleyiş başlar köyde.

Bir müddet sonra uzaklardan, bir el silah sesi yırtar gecenin karanlığını.

Dalga dalga acılarla devrilir, dağlar köyün üzerine.

Köyün kalbini deler kurşun.

Kar, hızını arttırır, sanki Serkan Öğretmen’i saklamak istercesine.

Yavrusunun şehit haberini alıp, saçını başını yolan, kendini yerden yere vuran analar gibi çırpınan ağaçlarda ağıtlaşır, rüzgar.

Gecenin karanlığında kurşun sesine koşan köylüler, köyün çıkışında, Serkan Öğretmen’in yükselen bir anıt gibi duran bedeni ve karda bayraklaşan kanıyla karşılaşırlar.

Tek kurşunla vurulmuştur beyninden.

Kemal Efendi’nin feryatları karışır rüzgârın ağıtlarına, kızgın şişler girer çıkar, yüreğine.

Serkan Öğretmen’in babasına, can dostu Şahin Bey’e ne diyecektir?

“Emanetini koruyamadım, kusura bakma” mı?

Yüreği umut dolu taze bir baharı yok ederken eller titrememiştir. Kışları bahara döndürme hayalleri, bir başka bahara kalmıştır.

Okullarına henüz kavuşan yavruların kalemleri kırılmış, hayalleri savrulmuştur.

Bu acı olay köy için bir dönüm noktası olur.

Köyden göç başlar.

Teröristlerin zorla aldıklarından dolayı yardım ve yataklıkla suçlanıyor olmak ve vatan haini muamelesi görmek ya da canlarından olmak, hayatlarından bezdirmiştir insanları.

Üstelik çocukları da öğretmen yüzü görmüyordu.

Bin bir umutla yaptıkları okul artık öğretmensizdi. Rüzgârların, sürekli ölüm kokuları taşıdığı bu yoksul köye kim gelirdi.

Soğuk bir kış günü kırık dökük eşyalarıyla birlikte, yüreklerindeki dağ gibi acıları da sırtlanarak, çoluk, çocuk, genç, ihtiyar, birer ikişer terk ederler doğdukları toprakları.

Kimi Adana’ya kimi Mersine savrulurlar; Anadolu’nun dört bir köşesine.

***

Muhtar Kemal Efendi İstanbul’a yerleşir.

Tek oğlunun eve getirdiği parayla ayakta durmaya çalışırlar.

Koca şehirde, yetmişi bulan yaşıyla toprağından kökü sökülü bir ağaç gibi kendini sürüyüp durması, zoruna gider.

Sonu gelmez bir gönül darlığındadır. Köyünü iyice göresi gelmiştir.

Okyanusun özgür maviliğinde yüzerken birden kendini bir damlacık yem için çıpada çırpınan bir istavrit gibi bulmuştur.

Köye dönüşlerin başladığı yıl,

“Belki bu son kıştır, bir daha göremem” diyerek, köyünün yolunu tutar.

Köyün girişine geldiğinde; Serkan Öğretmen’in, dibinde vurulduğu taşı görür. Ellerini açarak, dua eder.

“Onunda yolunu bekleyen vardı

Anası. Babası, sevdiği vardı” diye, ağlar…

Soğuktan herkes evlere çekilmiş, ortalıklarda kimsecikler yoktur.

Sessizce süzülür, hatıralarla dolu evine.

Az sonra, Muhtar Kemal Efendi gelmiş diye duyan eş -dost, köylü ne varsa birer ikişer damlarlar toprak eve.

Kemal Efendi’nin; “Köyü göresim geldi, sizleri, bağ- bahçeyi, tarlaları, dağları , dereleri öyle özlemişim ki… Bizim gibi toprağa bağlı insanların köyünden uzak yaşaması meğer ne zormuş, sadece ağaçlar değil, insanlar da meğer kök salarmış toprağa. Yüreğim acılara daha fazla dayanacak gibi durmuyor. Yaralı bir yürekle ancak buraya kadar,” sözlerine, köylülerin;

“Dur bakalım Kemal Efendi, daha dinçsin maşallah, birlikte güzel günler geçireceğiz, biz seni yine bir büyüğümüz olarak başımızda görmek istiyoruz” diyerek karşılık vermeleri odanın içinde duygulu anlar yaşanmasına vesile olur.

Her biri, köyden ayrıldıktan sonra çok acılar çekmiş olan ve 2004’teki köye dönüş yasasıyla da kendilerini topraklarına atan bu insanlar, gece boyunca yaşadıklarını bir bir anlatırlar .

Sohbet dönüp dolaşıp, köyü boşaltmalarına vesile olan Serkan Öğrtemen’e gelince, kelimeler yumak yumak boğazlarına düğümlenir, gözyaşları, yanaklarındaki kırışıklardan sızar.

Serkan Öğretmen’in annesinin, tipiye tutulmuş bir ağaç gibi kendini yerden yere atması, söylediği ağıtlarla bütün köyün yüreğini yakması, babasının feryatları unutulur gibi değildir.

Gece, bir hayli ilerleyince, misafirler; “Kemal Efendi! Sen yorgunsun biz gidelim artık, Allah’ın günü çok, daha görüşürüz” diyerek, geldikleri gibi birer ikişer dağılırlar.

Kemal Efendi de odasına çekilir. Köyden birlikte ayrıldıkları Sadıka Hanımı artık yoktur. Onu, doğduğu toprağa gömmek bile nasip olmamıştır. Yaşanan her şeyi, son bir görev gibi hafızasında tazeler. Yatağına uzanmadan önce camdan son defa karanlığa doğru bakar.

Kar hala yağmaktadır. Üzerine aydınlık bir alaca karanlık çöken köy, incecikten atıştıran ilk karın altında bir başka güzeldir.

Sabah namazı vakti babasının kalkmadığını gören oğlu, kapısına kadar giderek seslenir.

Ses-seda vermez Kemal Efendi.

Doğu’da bu son kıştır.

Leave a Comment

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.