Sahibini Arayan Anahtar
Uzun yıllar olmuştu bu büyülü gölün kıyısından geçmeyeli.
Antalya’da öğretmenlik yaptığım yıllarda memleketim Uşak’a gitmek için Dinar-Çivril hattını kullanırdım.
Göz alabildiğine uzayan Çivril Ovası’nın gökyüzüne bakan güzel gözü Işık Göl’den yazları geçtiğim için nilüfer mevsimi olurdu.
Kökleri çamurda olsa da, günlerce serin suların karanlığında kalsalar da; pırıl pırıl nilüferlerin nazlı nazlı salınışının seyri doyumsuz olurdu.
Hele gün batımında; göl, güneşin yangın kızılında, yeşilin parlayışında, lacivert suların yanışında rengârenk olur, ovaya obaya, göle kızıl bir şal örtülür ve göl orkestrası bu sefer bizim için hüzünlü bir melodi çalardı.
***
Bu yaz yolum yine bu büyülü göle düştü.
Gölde yine nilüfer mevsimiydi.
Kuşluk güneşinin taze ışıklarının aydınlığındaki gölün lacivert sularının, yeni doğmuş bir bebek yüzü gibi tebessüm eden beyaz, pembe nilüfer çiçeklerinin ve onların yemyeşil yapraklarının oluşturdukları muhteşem manzara, dönüp dönüp bakılası bir güzellik tablosu gibiydi.
Bu büyülü gölün kıyısında Kırgızistan'da görev yapan genç öğretmenlerimiz Elif'le Hüseyin'in nikâh törenleri vardı.
Ömürlerinin baharında ideallerinin ufkuna kosan genç çiftlerin nikâh merasimi H. Ahmet Özel öğrenci yurdunun mütevazı salonunda yapıldı.
Merasim bitmişti.
Ak alnı, ak duvağı ile beyaz bir nilüfer çiçeği gibi etrafına mutluluk saçan güzel muhacir gelin gidiyordu. Gidiyordu ama geride gözü yaşlı anne babasını bırakarak gidiyordu.
İnce gelin ananın en kıymetli hediyesi olan ayrılık gözyaşlarını yüreğinin yangınlarına dökerek gidiyordu.
Hayatının sonuna kadar, o saflardan saf, inci danesi gözyaşlarını hiç unutmaması gerektiğini bilerek gidiyordu
Cennet hurilerinin boyunlarındaki incilerden daha değerli o gözyaşlarını unuttuğu gün anayı da atayı da unutacağını biliyordu çünkü.
Genç çifti uğurladıktan sonra bahçedeki kamelyanın altına oturduk.
"Burada açılmak üzere olan bir öğrenci yurdunun anahtarı elinde kalakalan bir Hacı Ahmet Ağa vardı, yaşıyor mu?" dedim.
"Az önce burada, nikâhtaydı. Belki daha buralardadır" dediler. Birisi "işte Hacı Ahmet gidiyor" dedi. Başında örme fesi olan yaşlı bir adam eski bir bisiklete binmiş, sarı bir sıcağın altında yola düşmüştü.
Ardından seslendiler.
Bir ayağını yere koyarak, durdu. Geri döndü, baktı. Kalabalığı gördü. Bisikletini bırakarak yanımıza geldi. Hepimiz ayağa kalkarak karşıladık onu.
Yanıma oturdu.
"Hacı Ahmet Ağabey şu anahtar hikâyesini bir de senden dinleyelim" dedim.
Başladı anlatmaya;
"1980'li yıllarda köylerden kasabalardan gelen öğrenciler, barınmak için bir sıcak yuva bulamazlardı. Burada yurt ve okul hizmetlerini aynı adı taşımakla gurur duyduğum merhum Hacı Ahmet Özel başlattı.
Hacı Ahmet Özel, Turgutlu eşrafından Mustafa Türk Bey'den Bornova'da bir ev satın alır.
Bu vesile ile dost olurlar. Bir sohbet sırasında Hacı Ahmet Özel Çivril'e bir cami yaptıracağını söyler. Mustafa Türk Bey, onu İzmir'deki öğrenci yurtlarını ve okulları gezdirdikten sonra;
"Caminin altını mutlaka öğrenci yurdu yap" diye tavsiyede bulunur.
Bu güzel düşünce Hacı Ahmet Özel'in aklına yatar ve hemen kolları sıvar.
1980 kışıydı. Cami de yurt da hemen hemen bitmişti. Hacı Ahmet Özel'le evlerimiz yan yanaydı. Ara sıra beni de yurt inşaatına davet ederdi ama benim o zamanlar talebeyle, yurtla falan hiç ilgim yoktu.
Bir gün beni sokakta gördü.
"Balyoz lazım" dedi.
"Biz de var" dedim. Verdim, aldı götürdü.
Aradan birkaç gün geçmişti.
Soğuk bir mart günüydü. Poyraz çelik gibi her bir şeyi kesiyordu.
İkindi namazından Merkez Camii'nden birlikte çıktık.
Ben "Hacı Ağabey balyozun işi bitti mi, lazım oldu da" dedim. "Yurtta, gidip getireyim" dedi. Mütevazı bir insandı.
"Olmaz" dedim. "Bu soğukta seni oralara kadar göndermeye gönlüm razı olmaz"
"Al öyleyse şu anahtarı, hem balyozu al, hem de muslukların birini azıcık açıver de sular donmasın" dedi.
Gittim. Yurdun hemen her bir eşyası hazır hale gelmiş şefkatli bir ana gibi evlatlarını bağrına basmaya hazırdı. Her ne hikmetse balyozu bulamadım. Muslukların birini biraz açarak, geri döndüm.
Akşam ve yatsı namazlarında ben mi gidemedim, o mu gelmedi hatırlamıyorum.
Sabah namazında da yine aynı şekilde buluşamadık.
Sonraki gün, kuşluk güneşinin taze ışıkları ovayı obayı ısıtmaya başlarken Hacı Ahmet Özel'in kapısını çaldım.
Kapıya bir kadın çıktı.
"Şu anahtarı Hacı Ağabey'e veriverin" dedim.
Kadın; "gir içeri" dedi.
"Girmeyeceğim çarşıya gidiyorum, işim acele" dedim.
Kadın biraz da sert bir şekilde;
"Ahmet Ağabey gir de kendin ver" dedi.
Kadının bu tavrına hiçbir mana veremedim, şaşırmıştım, içeri girdim. Bir de ne göreyim benim o nur yüzlü, hayırsever insan Hacı Ağabeyim Hakkın rahmetine kavuşmuş, üzerine beyaz bir örtü örtmüşler, başında ağlayıp duruyorlar.
Aklım beynimden gitti.
Başına oturup ben de ağlamaya başladım. "Hacı Ağabey! Anahtarı getirdim" dedim, ses vermedi.
Anahtar bir kutsal emanet gibi ben de kalmıştı.
O gün "Görev başa düştü Ahmet" dedim ve bu defa kolları ben sıvadım.
Fedakâr insanlarla birlikte Allah çok güzel hizmetler yaptırdı. Allah neler lütfetti. Bu gün Çivril nüfus oranına göre Türkiye'nin en çok öğrenci barındıran ilçesi durumunda.
Bu içinde bulunduğumuz yurt inşaatı yeni bitmişti. Denizli'ye Fethullah Gülen Hocaefendi'nin geldiğini duydum. Buradan ben de gittim.
Hocaefendiye;
"Hocam, yeni bir yurt yaptık adına "Hacı Ahmet Özel" koymak istiyoruz" dedim.
"Şu bizim Servet Özel Bey'in babası olan Hacı Ahmet mi?" Dedi. "Evet" dedim.
"Çok iyi olur" dedi.
Bir gün şu az ilerdeki Kıralan kasabasından biri geldi.
"Rüyamda Hacı Ahmet Ağabey'i gördüm. Bir elinde bir öğrenci , diğer elinde bir öğrenci sonsuz ufuklarda pervaz ediyordu" dedi.
Bir gün bu yurttan bir öğrenci, Hacı Ağabeyin yaptırdığı caminin altındaki yurda öğretmenlerinden birini görmeye gidiyor.
Her yer karanlık. Yurtta ışıklar yanmıyor. Kapıyı çalıyor. Açılan kapıdan nur gibi yüzüyle Hacı Ahmet Özel Ağabey görünüyor. Öğrenci şaşırıyor, "Adem Hocamız'ı soracaktım" diyor.
Yine her zaman ki o mütebessim haliyle "yok" evladım diyor.
Bu öğrencinin işte bu gün düğünü vardı.
İşte böyle Hacı Ahmet Ağabeyimiz hep buralarda dolaşıp duruyor."
"O anahtar nerede şimdi?" diyorum.
Elini cebine sokuyor. Cennetin anahtarı çıkacakmış gibi bütün gözler oraya çevriliyor.
O gün o büyülü gölün kıyısında nikâhları kıyılan çiftler mi daha mutluydu yoksa yıllar önce onları barındıracak sıcak yuvalar hazırlayan Hacı Ahmetler mi daha mutluydu? Karar veremedim.
Bu şirin ilçenin sıcak dostlarına veda vakti geldiğinde büyülü Göl'de yine gün batımıydı.
Ovaya, obaya, göle kızıl bir şal örtülüyor; göl orkestrası hüzzam bestelere hazırlanıyordu.
Gölün lacivert sularının üzerinde yeni doğmuş bir bebek yüzü gibi tebessüm eden beyaz, pembe nilüfer çiçekleri, dağlardaki kır çiçekleri, yangın kızılına boyanmış kanatlarıyla kızıl ufuklara koşan su kuşları büyülü göl orkestrasını dinlemeye hazırlanıyordu.
Sevdalarına koşan çiftlerin ve onları bu mutluluklara hazırlayan Hacı Ahmetlerin gölgeleri, akşamın melali çökmüş göle düşmüştü.
Belli ki onlarda bu ölümsüz besteyi dinlemek için oradaydı.