HARUN TOKAK

O Işık Söndü

Kış geceleri daha bir soğuk olur Çamlıca’da.Bazı geceler, Boğaz’dan kopup gelen rüzgârların homurtuları sabaha kadar hiç dinmez.

Bu yıl Boğaz’dan esen rüzgârlar, evlerin duvarlarını dövmeye başlayınca yine o genci hatırladım.

Bazı geceler, odamın penceresini açar, bodrum katta oturan o gencin ışığına bakardım.

Ruhundaki umut ışığı kadar fersiz ve zayıf olan bu ışık, küçük bahçenin sınırlarını geçmezdi.

Bahçedeki tele asılı elbiseler, gecenin karanlığında, rüzgarın içlerine dolmasıyla dar ağacındaki idamlıklar gibi sallanırdı.

Bir de çamaşırlarını yıkadığı mavi bir leğen, hep o bahçede dururdu.

***

Vücut ölçüleri oldukça düzgün, hafif uzunca, kara yağız, esmer güzeli bir delikanlı…

İlkin, sokağın başındaki dut ağacı yapraklarını sonbaharın güz alacasında elerken görmüştüm onu.

Apartman kapısının önündeki korkuluk demirine dayanmış öylece duruyordu.

“Hoş geldiniz” dedim.

Yüzünde, en tatlı gülümsemelerin bile örtemediği bir hüzün gölgesi gezindi.

“Hoş bulduk, ben bodrum kata yeni taşınan kiracıyım, adım Sezai”

“Bu kaçıncı kiracı” dedim, içimden.

Gelenler en fazla bir kış duruyor, kışın onca kahrını çektikten sonra da çekip gidiyorlardı.

Her bahar geldiğinde Çamlıca’nın mütevazı sokağındaki bu apartmanın önünde mutlaka bir nakliye aracı durur, kıştan sağlam çıkabilen kırık-derik eşyaları alıp giderdi.

Bu, hemen her yıl tekrar eden bir sahneydi.

“Sezai Bey, kışın işin zor , bodrum kat korkunç derecede küf ve rutubet olur.”

“Taşındım artık!”

“Biz ikinci katta oturuyoruz, bir ihtiyacın olursa hiç çekinme, gel ” deyip ayrıldım.

Aradan birkaç gün geçmişti. Gece geç vakit kapının zili çaldı.

Gelen Sezai idi.

Gelmesi beni hem şaşırtmış hem memnun etmişti. Gerçekten de kalp kalbe karşıydı. Sezai’nin kolay kolay her daveti kabul edecek bir genç olmadığı belliydi.

Sanki insanlardan da hayattan da saklanıyordu ve bir akşam bir ev gezmesi ona göre değildi.

Yüzünde gölgeli bir gülümseme.

Sanki yüreğinin yaralarını o gülümsemeyi bir merhem gibi sürerek acılarını hafifletiyordu.

Bir anlık bir nefes alış…

“Bu vakitte rahatsız ediyorum ama işten bu saatlerde çıkıyorum, ne olur kusura bakmayın” diyerek girdi söze.

O gece bil cümle hikâyesini anlattı.

Zonguldak’ın bir köyündenmiş. Üç ay önce evlenmiş ama evlilik pekiyi yürümemiş

O gece Sezai’ye dilimin döndüğü kadar; üç ayın iki insanın birbirine ulaşabilmesi için çok kısa bir süre olduğunu, birbirine ömür boyu ya da sonsuza dek eş olacak iki insanın bundan çok daha fazlasına ihtiyaçları olduğunu anlatmaya çalıştım.

Biraz yumuşamış gibi görünüyordu.

En azından sükûtunun bana verdiği cesaretle eşinin telefonunu istedim, hiç çekinmeden verdi.

Ertesi gün aradığımda karşımdaki ses, kibar ve anlayışlıydı.. Yuvasının yıkılmasını istemiyordu.

Sonraki gün Sezai’ye; “Müjde! Eşin gelecek senin aramanı bekliyor” dedim.

Yüzünde yine aynı o acı gülümseme; ” ararım ” dedi.

Bir gün yine kapının zili çaldı.

Kapıyı açtığımda, orta boylu, temiz giyimli bir Anadolu köylüsü.

“Ben Sezai’nin babasıyım”

İçeri girdiğimizde daha oturmadan başladı konuşmaya;

“Bu oğlanın durumu bizi çok üzüyor, üç ay önce evlendirdim. Anası üzüntüden şeker hastası oldu. Günler geçiyor uyumuyor kadın. Bunun üzüntüsü öldürecek zavallı kadını. Ben ne yapacağımı şaşırdım kaldım.”

Bir baba bir anne için ne hazin, ne acı bir durum.

Çaresiz baba çok kalmadı, ertesi gün umutsuzca döndü köyüne.

Günler hızla gelip geçti.

Ne zaman Sezai ile karşılaşsam “eşini ne zaman getiriyoruz? diyerek, göreve hazır olduğumu söylüyordum ama onun yüzündeki zoraki gülümseyiş yüreğindeki acının hafiflemediğini gösteriyordu

Sık sık apartmanın önündeki korkuluğa dayanmış derin düşünceler içinde bulurdum onu.

Beni her gördüğünde yüzüne o tatlı tebessüm yerleşir ve hep o bildik sözü söylerdi;

“Evde ruhum daraldı da biraz nefes alayım diye çıktım.”

Bodrum katta yalnızlık, demir kelepçeleriyle sıkıyordu boğazını.

Oturduğu ev onun için ev mi, mahpus mu, hücre mi belli değildi.

Gönül darlığı yaşıyordu.

“Gönlünü Allah’a vermiş insanlar için gönül darlığı, içinde tembelleşen ümitlerine bir kamçı olur ve o ilahi ikazla yeniden dirilir insan. İnanç azlığı yaşayan insanlarda ise bu sürekli bir strese, bazen de intihara kadar gidebilir. Buhran dalgaları gönül sahillerini dövdükçe bunalan ve kendini ölümün kollarına bırakmak isteyen nice insanlar biliriz, ya karanlıkları yırtarak kendine kadar ulaşan bir ezan sesiyle ya da yorgun ruhunu ırgalayacak başkaca bir saikle yeniden dirilir, gözlerinde ümit ışığı parlar.”

Hep istiyordum ki, ya bir söz, ya bir davranış, ya da bilmediğimiz bir saik onun yorgun ruhunu ırgalasın ve gözlerinde bir umut ışığı parlasın.

Yurt dışında olduğum bir gün yine beni sormuş.

Bu beni umutlandırıyordu. Birini arıyor, birinin varlığını anlamlı buluyordu; bu iyiye işaret , diyordum.

***

Nihayet bahar yine insanın içini okşayan güzelliği ile gelmişti. Sokağın başındaki dut ağacı patlamaya hazır tomurcuklarını şişirmişti.

Kuşlar, baharın geleneğine uyarak yuvalarını kurmaya çalışıyorlardı. Kelebekler, arılar güneşin sıcaklığında kanatlanıyorlardı. Baharın mis gibi havasını bütün canlılar içlerine çekiyor; kış boyunca uyuşuk uyuşuk duran ne varsa taze bir silkinmeyle yeniden hayata “merhaba” diyordu.

Taze bir umut sarmıştı her yanı.

Sezai’nin de bahara uyacağını hayal ederek dönüyordum dışarıdan. Evimin bulunduğu sokağa vardığımda ;

Apartmanın önünde duran bir kamyonete kırık-derik eşyaların yüklendiğini fark ettim.

Hemen tanıdım, Sezai’nin eşyalarıydı.

Bahar geldiği için Sezai de taşınıyor olmalı, diye düşündüm. Bu da bir gelişmeydi aslında, daha iyi bir yaşam için bir çabaydı en azından. Sevinerek bodrum kata indim. Sezai’yle yeni hayatını konuşmak vardı aklımda.

Kendi yoktu. İçerdekiler eşyaları topluyordu.

Sezai ortalıkta görünmüyordu.

“Sezai’yi taşıyorsunuz galiba?” dedim.

Genç adamın gözlerinde birden yaşlar irileşti, titreyen dudakları zoraki kıpırdadı.

“Sezai dün gece intihar etmiş”

O sevimli, o yanık yürekli, o, gece geç vakitlerde hüzünden bir heykel gibi demir korkulukların önünde duran delikanlıyı bir daha göremeyecek miydim? Büyük bir acı gelip oturdu içime.

Demek dün gece bodrum katta mahkeme kurulmuş ve Sezai, bu mahkemede, kendisinin hem savcısı hem hakimi, hem celladı olmuştu ve ben yetişememiştim.

Geceleri, küçük bahçede telin üzerindeki elbiseler bir daha hiç sallanmadı.

Mavi leğen de o eşyalarla birlikte gitti.

Leave a Comment

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.