Karlı Dağda Sönen Işık
Yıllardır hayali hep Doğu’da görev yapmak olan Said Öğretmen, eşi Aklime Hanım’la birlikte yeni tayin oldukları Doğu Beyazıt’a bağlı köye , dağın taşın buz kestiği bir kış günü ulaşırlar. Hanımına; ” bak hanım istersen, sen gelme çünkü Doğu’nun şartları çok zor, yollar bozuk, köyde su yok, okul ve lojman tam bir virane” demişse de; daha ellerinin kınası bile kurumamış olan güzel ve zarif eşi Aklima Hanım; “Sait, istersen bir dağın başı olsun, istersen kalacağımız yer kümes olsun, sen nerde isen ben ve kızım yanındayız, sen nere gitsen biz ardın sıra geliriz” sözleriyle eşinin gönlündeki sevgiden kuleyi sağlamlaştırmış, sonsuzlaştırır.
Karı, koca bir amele gibi çalışarak köylülerin de yardımıyla okulu kısa sürede eğitime hazır hale getirirler. Kış soğuklarında titreyen yoksul çocukların yürekleri bir sabah çalan zil sesiyle ısınır.
Siyah inciler gibi dökülürler okul yollarına. Sait Öğretmen, kır çiçeklerini karşısında görünce dünyalar onun olur. Karlı dağların başında bir ışık yanar.
“Bu ıssız köylerdeki okullar öğretmensiz kalmamalı, bu bölgelere, insanlara şefkat dağıtacak doktorlarımız, kaymakamlarımız, hâkimlerimiz gelmeli, iş adamlarımız yatırımlar yapmalı: diye düşünür.
Okul ve lojmanları köyün dışındadır. Köyle okulun arasında bir de dere vardır. Allah korusun başlarına bir şey gelse bağırsalar kimseler seslerini duyası değildir.
Köyün toprak evlerinin camlarından sızan cılız ışıklarını uzaktan seyretmek bile onların yüreğine ferahlık verir.
Bir gece yine kendi elleriyle oturulacak hale getirdikleri mütevazı lojmanlarında lambanın cılız ışığında oturuyorlardı.
Gözlerinin aydınlığı güzel kızlarını bir Sait Bey, bir Aklime Hanım kucağına alıyorkucağına alıyor, okşuyor, seviyordu.
Köyde temiz su olmadığı için Aklime Hanım tifoya tutulmuştu. İlaç kullanıyordu. Ayakta zor duruyordu.
Onun bu halini gören Sait Bey eşinin gözlerinin içine sevgiyle bakarak “hadi siz kızımızla gidip yatın, ben milli maçı izleyeceğim” der.
Aklime Hanım sevimli kızlarını alarak yan odaya geçer. Yastığa başını kor, biricik yavrusunu bağrına basar.Bağrına bastığı yavrusunun gül kokusu, karnındaki bebeğinin tatlı hayalleri arasında güzel kirpikleri kapanır. Çiçeklerinden, meyvelerinden ve nihayet yapraklarından kopmuş ağaçların, sonbahar rüzgârlarında ağladığı, herkesin derin uykulara daldığı bir gece vakti, kapıları dövülür. Aklima Hanım uykusundan uyanır.
Köylülerden biri hasta galiba, ilaç istemeye gelmiş olmalılar, diye düşünür.
“Ah şu dağ başındaki köyde bir sağlık ocağı olsa” diye geçirir içinden.
Yine de kolunun üzerinde en tatlı uykularına dalmış olan kızının koynundan kolunu usulca çekerek yataktan kalkar ve kapıya doğru yönelir.
Kapıyı açar açmaz elleri kaleşnikoflu iki kişi karanlığın içinden çıkarak karşılarına dikilir.
En karanlık geceden daha karanlık bu vahşi suratlı insanlar sonbahar rüzgarlarıyla birlikte dalarlar içeriye.
Aklima Hanım; niyetleri kötü ise belki çocuğumuzu görünce vazgeçerler diyerek kızını uykusundan uyandırarak mahsustan tuvalete götürür.
Gelenlerden biri; ‘biz öğretmenleri öldürüyoruz haberiniz var mı?’ der.
Birden odanın içi buz kesilir.
Sait öğretmen metanetini korumaya çalışarak; “biliyoruz ama ne yapalım bu bayrak için bu eğitimi aldık” der.
Said Öğretmenden bu cevabı alan adamlar;”biz gidelim artık” diyerek kalkarlar.
“Bizi kapıya kadar geçirir misiniz?” sözleri karşısında karı-koca derin bir nefes alırlar.
Her ikisi de uğurlamak için kapıya kadar çıkarlar.
İçlerinden biri;”dışarının lambasını kapatın, evinizden çıktığımızı kimse görmesin,” der.
Aklime Hanım lambayı kapatır. Sadık köpekleri kapılarının önünde yine nöbettedir.
“Şu köpeğe ekmek verin bizi ıssırmasın” derler. Aklime Hanım köpeğe bir şeyler vermek için içeri yöneldiğinde Sait Öğretmen’e; “hoca gel, sana bir şey diyeceğiz,” deyip karanlığın derinligine doğru götürürler. Aklime Hanım’ın yüreğine bir kor düşer.
Bir anda gecenin karanlığında kurşun sesleri, “Ayteeen” seslerine karışır.
Aklı başından uçan Aklime Hanım, eşinin üzerine kapanıp “beni de öldürün” diye yalvarmaya başlar. Sait Öğretmen o haliyle bile; “korkma yaşıyorum ben” diye teselli eder eşini.
Aklima Hanım daha fazla kan kaybetmesin diye başındaki yazmayı çıkarıp sağ göğsündeki kurşun yarasına bastırırken bir yandan da “ölme ne olur Sait ölme, çocuğunu gör” diye feryat eder. Bağrını başını döverek; “ne olur Allah’ım ölüm meleğin gelmesin, Said’imi almasın diye yalvarır.
İçeri koşup el fenerini alarak başı kesik bir tavuk gibi köye doğru koşar.
Aklime Hanım saçını başını yolarak köyün bütün kapılarını çalar. Duvarlardan, dağlardan ses gelir de köylülerden; “git başımıza bela mısın?”dan başka ses gelmez.
Gecenin karanlığında o halsiz o hasta haliyle, karnındaki dört buçuk aylık yavrusuyla defalarca köyle okul arasında mekik dokur. Kaç defa göğsüne kadar sulara gömülür. Köyün vahşi köpeklerinden çok korkmasına rağmen o gece köpekler onun feryadından kaçar.”Ne olur bir araba verin Saidimi şehre götüreyim” diye yalvarırsa da hiç kimse yardım etmeye yanaşmaz.
Ne yazık ki altın kıymetinde ki çok değerli dakikalar erimektedir.
Kızı da uyanmış bir şeyler hissetmiş gibi durmadan içerde ağlamaktadır.
Köyün erkekleri korkuyorsa bari kadınları yardım etsinler diyerek son bir defa daha köye koşar, tek tek kapıları çalıp; “bana bir şey yapmadılar size de yapmazlar, ne olur biriniz bana bir at arabası verin eşimi şehre götürüp tedavi ettireyim. Eşim sizin çocuklarınız için buradaydı” diye yalvarırsa da; köyün kadınları da yardım etmezler.
Bakar ki kimse yardım etmeye yanaşmıyor eşinin yanına gelir başını dizine koyarak gittikçe solan güzel gözlerinin içine bakarak; ” Etmiyorlar Saidim hiç biri yardım etmiyorlar; gurbet nasıl bir şeydir Allah’ım! Bazen sığınacak bir ağaç gölgesi, derdinizi dökecek bir insan, acı su verecek birisi bile bulunmuyor” diye inler.
Eşi gözlerinin önünde can vermektedir.
Said Öğretmen’in gecenin karanlığında ay gibi parlayan güzel yüzü bembeyaz olmuştur.
“Beni öyle bir yere gömün ki memleketimden esen yelin sesi ile, kır çiçeklerimin sesi ulşassın bana.” der.Saidim! Bu gurbetlerde, bu dağ başlarında, bir başıma bir bebeğimle kimlere bırakıp gidiyorsun beni. Yeni doğacak yavrumuzu görmeden mi gidiyorsun Saidim…”
Yüreğinin kapısı açılır ve sabaha kadar alev alev ağıtlar dökülür dudaklarından. Gece boyunca o ağıtlarla eşini hayata döndürmeye çalışır. Otlar ve ağaçlar hafif hafif salınarak çıkardıkları seslerle o ağıtlara eşlik eder.
Aklime Hanım karanlık bir uçurumun dibinde tipiye tutulmuş bir kır çiçeği gibidir.
Kocasının dudaklarının kuruduğunu fark ederek, içeri koşup su getirir, dudaklarını ıslatır. İkisi birlikte Kelime-i Şahadet getirmeye başlarlar.
Yeni bir şafak, Doğu taraflarını kan kızılına boyarken gece de biter, Said Öğretmenin ölüme direnmeleri de…
Aklime Hanım’ın gecenin karanlığını yırtan; “Saiiid” feryatları serin sonbahar rüzgârlarına karışır, gider.
Büyük bir coşkuyla geldikleri bu yalçın dağlar, bu serin yaylalar, mutlu bir hayatın hayal ve düşleri, kendi elleriyle yaptıkları okulları karanlığa gömülür. Karlı dagların başında hepi-topu bir kaç ay yanan o ışık söner.