HARUN TOKAK

Işığı yanan evler

Gün henüz ışımaya başlamıştı…Sıcak bir gün olacağı belliydi.

Temmuz güneşi kendini erkenden hissettirmişti.

Havada bir ağırlık vardı. Dışarıda dal kıpırdamıyordu.

Vakit yaklaşmıştı…Adımlarımı hızlandırdım.

“Kimse Yok mu”Derneğinin iki değerli yöneticisi Eyüp Tok ve İsmail Konuk Beyler sokak kapısında karşıladı beni.

Sudan’dan yeni dönmüşlerdi. Hemen sohbete koyulduk.

Göz yaşları gözlerine, gamları gönüllerine sığmıyordu.

Bu iki fedakâr insanın anlattıklarına yürek dayanacak gibi değildi.

Sudan’ın Darfur bölgesini baştan aşağı dolaşmışlardı.

Darfurluların durumu içler acısıydı.

Dinlemeye dayanamadım. Yaşadığım hayattan utandım.

O çaresiz insanlarla aynı dünyayı paylaşıyoruz ama dünyanın nimetlerini aynı paylaşmıyoruz.

Bu iki insan hüzün pınarı gibi kaynıyordu:

“Güney Darfur’un merkezi, 3 milyon nüfuslu Nyala bir kamplar şehri.

Üç yüz binden fazla Darfurlu mülteci olarak bu kamplarda yaşıyor

Alev fışkıran çölde, gölgelere sığınmış perişan hayatlar…

On bir kampta bir sahra hastanesi bile yok; hastalıklar kol geziyor. Yirmi dolar bulamadığı için ameliyat olamayan çocukların gözleri kör oluyor. Tıbbi malzeme, ilaç ve doktor ihtiyacı had safhada.

Sünnet esnasında dikişler atılırken kanama dursun diye alet ile yakılıyor cız diye et kokusu yaylıyor etrafa. İsmail Bey dışarı çıkar çıkmaz bayılıyor, birkaç iğne ve serumla kendine geliyor. İptidai şartlarda yapılan kadın sünnetlerinde ise, aylarca geçmeyen bazen de kalıcı yaralar oluştuğunu anlatıyorlar.

Su kuyuları olan kamplar şanslı sayılıyor. Fakat yine de 50 derece sıcağın altında uzun kuyruklar oluşmakta. Halbuki Darfur’un altı göldür. Suya bu kadar yakın bu insanlar bir türlü suya ulaşamıyorlar. Temmuz-Ekim arası muson yağmurları yağıyor, geri kalan aylar güneşli. Suyu korumak çok zor; çölde çekilip gidiyor. Yüz dolara kazılan kuyularla suya ulaşabilecek olan bu insanlar suya hasret yaşıyorlar. Beş-altı bin dolara ise modern bir sistem kurulabiliyor.

Ayda bir, karne ile iki kilo darı ve 200 gram şeker alabiliyorlar.

Meyveler kilo ile değil, tane ile satılıyor.

Bulaşıcı hastalıklar sarmış dört bir yanı.

Elektrik ve kanalizasyon hak getire…

Olmayan sadece bunlar değil, hiç kimsenin can güvenliği de yoktur.

Janjavit milisleri sık sık köyleri basarlar… Kadın ve kızlar korumasızdır…

Direnemezler…

Bu baskınların hemen tamamında devlet ve ordu işin içindedir. Bazı kadınların ve kızların kaçmamaları için kemiklerini kırarlar ki sonraki baskınlarda da yerlerinde bulunsunlar . Sekiz yaşındaki çocuklar bile seks kölesi olarak kullanılır.

Ömür boyu damgalanacaklar… Dışlanacaklar…

Hükümete karşı sık sık kabile liderleri savaş açıyor. Ardı arkası kesilmeyen iç savaşlar sebebiyle ülkenin her yeri yetimhanelerle dolu. Her savaşta on binlerce insan ölüyor, evsiz ve yurtsuz kalıyor…

Bir kız kavgası yüzünden bir defasında tam 400 kişi ölmüş. Bu yüzden ülkenin her tarafı yetimler ve yetimhanelerle dolu. Sadece Nyala merkezde 17 bin yetim çocuk okul bekliyor.

Kuran kursu talebeleri nafakaları için öğleden sonraları dışarı gönderiliyor.

Okulların 4/3’ünün sırası yok, 25 yıldır tamirat görmediği için yıkılan okulların altında kalan öğrenciler ve öğretmenler var.

Fakirliğin ve yokluğun uğramadığı hiçbir yer kalmamış o topraklarda. Çoğu yerlerde halk çadırlarda yaşıyor. Bazı yerlerde çadır bile yok. Kışın bu çadırlarda nasıl kalınır hiç bilinmez.

Bütün bunlar insan avcısı misyonerler için bulunmaz fırsatlar.

Bir Sudanlı, “Yıllardır dünyanın her yerinden yüzlerce Sivil Toplum Örgütü geldi, hiç kimse bizimle Türkler gibi yürekten ilgilenmedi” dedi.

Kurtuluş Savaşı’nda bize her türlü yardımı yapmış olan fedakâr Sudan halkına, bugün ne yapsak azdır..”

***

Eyüp ve İsmail Beyler, Büyük Sudan Çölü’ne sığmayan Sudanlıların acılarını gönüllerine sığdırmaya çalışmışlar.

Birçok projeyle geriye dönmüşler. Tekrar gideceklerini ve çaresiz insanların yanında olacaklarını söylüyorlar.

Sudandaki Türk Okullarıyla bitiriyorlar sözlerini;

Bize rehberlik eden Türk Okulları Genel Müdürü Mehmet Bey gittiği her yerde bakan gibi karşılanıyor. Mehmet Bey, sadece okul açmıyor, Türkiye’den gelecek yardımları da organize ediyor, bunu da Sudanlılar çok iyi biliyorlar.

Her yerde Türk okullarının başarısı konuşuluyor.

Tika ve Türk Kızılay’ı da gerçekten çok güzel hizmet veriyorlar.

Sayın Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın Nyala’ya kadar gelerek, mülteci kampındaki bir evde yoksulluğun acı yüzünü bizzat görmesi, Sudanlıların gönlünü fethetmiş.

Bu gidişimizde; Türk Okullarıyla birlikte 1500 kadar kurban keserek halka dağıttık. Elli iki çocuğun bütün kıyafetleri alınarak sünnet merasimleri gerçekleştirildi. Nyala’da, köye geri dönüş için zirai aletler aldık. Evlerin inşası için yardımlar yapıldı.Sohbetimizin başında da dediğimiz gibi, kamıştan karanlık evlerde ve çöldeki çadırlarda yeniden ışığı yanan insanların mutluluğu görmeğe değerdi.”

Sudanlılara bir tutam ışık olan bu insanların; “kamıştan evlerde ve çöldeki çadırlarda, yeniden ışığı yanan insanların mutluluğu görmeğe değerdi” sözleri, yeniden Saffet Hocanın “Işığı yanan evler”ine alıp götürdü beni.

Saffet Hocanın, ilk görev yeri Konya’nın küçük bir kasabasıdır. İlk gece, bir eve misafir olur. Ev tren istasyonuna yakın bir yerdedir. Saffet hoca uykusuz ve yorgundur. Gece geç vakit olur. Uyku sevimli kollarına çeker hocayı ama ev sahibinden ses seda yoktur. Sonunda birazda sıkılarak; evin en büyüğü olan hacı anneye:

-Anneciğim sizin buralarda kaçta yatılır?

-Evladım treni bekliyoruz.

-Bir yakınınız mı gelecek?

Hayır evladım, burası kasabaya biraz uzaktır. Trenden buraların yabancısı birileri inebilir. Işığı yanan bir ev göremezse sokakta kalır. Işığı yanan bir ev bulsun diye bekliyoruz.”

Saffet Hoca bugün soruyor,”Konya Ovası’nda, ya da Türkiye’nin bir başka yerinde, trenden inen yabancılar için ‘Işığı yanan evler’ hâlâ yerinde duruyor mudur? Yabancılar, yorgun bedenlerini yün yataklarda dinlendirmeye devam ediyorlar mı? Aç bir köpeğin önüne bir kap yemek bırakan kadınlar yaşıyorlar mı? Kuşlara yuva yapan mimarlar sahi şimdi neredeler?…”

Şâir, ‘Güzel insanlar, güzel atlara binip gittiler.” der. O güzel insanlar, neden atlarına binip gittiler? Onları ne yıldırdı da bir daha dönmemek üzere, sessiz sedasız gittiler?

Ey güzel yurdumun güzel insanları! Neredesiniz?” diye bitiriyor hoca sözlerini.

Sevgili Saffet Hocam!

Sen çok iyi bilirsin onları… Atlarına binerek giden o güzel insanlar şimdi Darfur’da, Nyala’da, Hartum’da bütün bir Afrika ve Asya’da ışığı sönen evlerin ışıklarını yakıyorlar. Umutları sönmüş insanlara ümit feneri oluyorlar.

Gecelerde, tek tük yanan yıldızlar gibi birer ikişer ışıkları yanıyor çöldeki ya da bozkırdaki evlerin.

Anadolu’nun ışığı yanan evlerinden çıkan ışık süvarileri, mazlum milletlerin şafak pırıltısı olmaya devam ediyor.

Leave a Comment

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.