HARUN TOKAK

Adını Bilemediğim Anam!

İlkin Beyaz Geceler’de tanımıştım onu. Her taşı musikı ile örülü Petersburg ilk yaz sıcaklarında yıkanıyordu. Otobüsümüzün ön kapısından bir genç bindi. Saçları siyah bir bulut gibi perdeliyordu alnını Yüzü, bir dolunay gibi parlıyordu. Bakışları derin ve manalıydı. Gözleri buğuluydu. Dokunsan ağlayacak bir hali vardı. Mikrofonu eline aldı:

"Sevgili, Ey Sevgili, En Sevgili!" diyerek başladı Sezai Karakoç’tan okumaya. Aman Allah’ım! O ne çoşkun okuyuş, o ne çağlayış. Baharın gelişiyle naralar atarak zirvelerden boşalan şelaleler gibi çağlıyordu. Petersburg Türk Lisesi’nde Edebiyat Öğretmeni olduğunu öğrendiğim bu coşkun delikanlıyı sevmiştim. Doğup büyüdüğü köyü, kenti, sokağı mahalleyi, koyun kuzu meleyişlerini, kuş cıvıltılarını, çoluk çocuk çığlıklarını özlediği her halinden belliydi.

Derin bakışlarından süzülen ilk gurbet duygularını, Beyaz Geceler’de tüten süt mavisi buğunun arasından kızıl ufuklara gömülen güneşe gönderen ilk "Önden Giden Atlılar"dan olduğunu öğreniyordum. Ömrünün en alımlı, en güzel günleri burada geçmişti.

Geçtiğimiz sonbahar birlikte olduğumuz bir gün annesinin vefat haberini alınca yüreğinden ok yemiş bir ceylan gibi yıkıldı. Annesini çok seviyordu. Üzerine yığılan karı taşıyamayan bir dal gibi titriyor, üşüyordu. Belli ki anasının çektiği acılar aklına geldikçe yüreğindeki yangınlar yer değiştirip duruyor, gözleri yaşın yaşın ağlıyordu.

Geçenlerde yine Beyaz geceler ülkesinde karşılaştığımda "annenle ilgili duygularını yazsana" dedim. Önce yazmak istemedi. Israr ettim. Ben de anneler günü vesilesiyle gurbette anne hasreti çeken bütün Işık Süvarileri ve bütün analar adına aynen yayınlıyorum.

"Annem, canım annem, anam bu kış bir başka üşüyorum.

İçim üşüyor. Sensizlik soğuk bir esinti halinde yüreğime vuruyor. Soğuktan kaskatı kesilmiş Neva’nın hüzünlü akşamlarında "yavrum nasılsınız"deyip içimizi ısıtacağın anı bekliyorum.

Anadolunun birçok dertli anası gibi senin de doğduğun tarihi bilmiyoruz. Nüfus cüzdanında 00-00-1940 yazıyor. Gerçekte evlenebilmek için yaşının büyütüldüğünü söylemiştin. 4-5 yaşlarında hem anneni hem babanı kaybedişin sonra bize hasretle anlattığın Pembe babaanneniz tarafından büyütülüşünüz. Dört erkek, iki kız, hem anasız hem de babasızken 10 yasında babaannenizi Hakk’ın rahmetine uğurlayışınız. Hem çocuksun hem de kardeşlerın için bir anne artık. Ev işlerinden koyunlara çobanlık etmeye kadar birsürü sorumluluk senin sırtında.

15-16 yaşlarında hiç tanımadığın, bir kez dahi görmediğin babamla evlenmişsin. Baba evinde çektiklerin yetmemiş olacak ki koca evinde de binbir çileye mübtela bir hayat. İki odalı derme çatma bir köy evinde bir yandan çocuklarını yetiştirmek diğer yandan bağ bahçe işleri, hayvanların bakımı ve babama pazarlarda satıcılığa yardım.Tavukçu İbrahim yumurta, meyve, sebze satarken sen de şelek sepet süpürge satarak sekiz çocuğun iaşesini sağlamışsınız. "Fakirdik ama çok huzurluyduk başımızda babanız vardı" derdin gözlerin dolardı.

1978 Kasımı ayazla birlikte acılar getirmişti evimize.Sabah Zühren (sahi anacığım nüfusta ismin Zehra gerçekte galiba Zühre, nedense sen dahil herkes Züfren derdi. Adını bilemediğim anam, doğum tarihini bilemediğim anam ben senin dünyamızı saran şefkatini bütün güçlükler karşısında Allah cc yardım eder deyişini tevekkülünü bilirim) benim çok acelem var, beni eylemeyin deyip evden çıkan babamın yolda düşüp beyin kanamasıyla vefat edişi haberiyle biri evli sekiz çocukla kimsesiz kalışın. Geçirdiğin sinir kriziyle ayakların iyice tutmaz olmuş. Tedavi için İstanbul’a götürüldüğünde bir kaç ay kalman lazım denilince benim emzirdiğim çocuğum var deyip geri dönüşün…

Yıllar sonra St. Petersburg Türk Koleji mezuniyet töreninde tanıştığımız Prof. Remzi Tüzün hocanın vesilesiyle ameliyat olup yürümeye başlayınca "Bak şu Rabbimin işine 20 yıl önce seni bırakmayayım diye tedavi olamadım, sonra da artık ümit yok bu ayaklar yürüyemez denirken 20 yıl sonra senin sayende yeniden yürümeye başladım" der memnuniyetini izhar ederdin. Benim çocukluğum akşamları bizi uyuttuktan sonra kendi kendine yaptığın borç hesaplarını dinleyerek geçti. Bakkala şu kadar, samana bu kadar vs. çıkamazdın bir türlü hesabın içinden. Dile kolay hiçbir sabit gelirin olmadan akraba-komşu yardımıyla yedi çocuk büyütüyordun bir an dahi şekva etmeden isyana düşmeden bizlere sıkıntıları aksettirmeden.

Sabahları dizlerinin üzerinde sürüne sürüne yanımıza gelip bizi namaza kaldırışın. Senin o halinden utancımıza fırlayıverirdik yataktan.

Bizden başka bir beklentin var mıydı bilmem; namazımızı kılmamız yeterdi seni mutlu etmeye. Sık sık "ne yapacağız oğlum kabirde hesab çok mu zordur" der sonra da "bunca yetimi hayırlı bir surette yetiştirmek için elimden geleni yaptım, inşaaallah Allah beni cennetine koyar" der umutlanırdın. "Babanızı rüyamda gördüm senin yerin burada hazır ben çok rahatım diyor" der ağlardın.

Şimdi ona kavuştun 31 yıllık ayrılık bitti. Annene, babana, beş yaşından beri hasrettin, kavuştun. Çok sevdiğin Pembe Babaannen de artık sizlerle. Şimdi biz sana hasretiz. Babasızlığı bilirdik ilkokulda benim babam senin babanı döver dediklerinde hüzünle sana koşardık. Sen bizim hem babamız hem annemizdin şimdi gariplerden olduk. Hergün güne başlarken senin dualarının siyanetini hissediyorduk, şimdi boşlukta gibiyiz.

Yetiştirdiğin sekiz evladından sonra damadının vefatıyla biri beş yaşında diğeri iki yaşında iki torunun da senin yetiştireceğin yeni yetimlerin oldu. Şimdi onlar da babalarından sonra anneannelerinin vefatıyla bir kez daha yetim kaldılar.

Ben üniversiteyi kazanınca nasıl da sevinmiştin. Mezun olacak Ordu’ya tayini çıkacak, birlikte yaşayıp gideceğiz. Planlarımız böyleydi amma bir de kader planı vardı. Dünyanın dört bir tarafında açılan Türk okullarında bizi bekleyenler vardı. Zaten okulların kanaat önderine laf söyletmez televızyonda menfi bir şey söylendiğini duyunca, "ne istiyorlar bu Zattan" der serzenişte bulunurdun. Valizimizi alıp hakkını helal et anam deyip vedalaştığımızda gözyaşların hıçkırıklara karışmış dua ediyordun. Zaten senin gözyaşların hiç eksik olmazdı ; gelen olunca gelişine sevinir ağlardın, gidenin ardından hüzünlenir ağlardın, bir sala sesi duysan ona da ağlardın.

Bense, "hizmete gidiyoruz hicrete gidiyoruz geri dönmemeliyim" deyip içimdeki feryadı karadenizin sahillerine salıp yola koyuldum.

Bu yıl Mayıs ayında gelmiş Rusya’da misafirimiz olmuştun. Bir ay dualarını yakından duyma istifade etme imkanımız oldu.Yeni doğacak torunun için hazırlıklara başlamıştın bile. "Kızımla ne planlarınız vardı geleceğe dair. Vize problemleri için İstanbul’a geldiğimizde siz yeni doğan torunumu bana göstermeden mi döneceksiniz?" deyip genel tavrının rağmına ısrar edip bizi Ordu’ ya çağırman bir son vedaymış meğer.

Diyalog Avrasya Platformu’nun gençlik konferansına iştirak etmek için Antalya’ya gelmiştim. Akşam telefonlaştık. "Sesin çok yakın geliyor yoksa Ordu’ya mı geliyorsunuz" dedin. Dedin ve ertesi gün ansızın hepimizi Ordu’ya topladın.Sabah namazını müteakiben beyin kanaması geçirip olduğun yere yıkılıvermişsin. Meftanı bulmak en küçük yetimin olan iyi büyüdü, deyip sevindiğin, ağlarken ağlayıp güldüklerinde güldüğün torununa, iki yasindan beri buyuttugun Kübran’a kaldı. Telefonda "Annem öldü" dediler, Antalyanın dağlarını başıma yıkıverdiler. Şimdi "Anam" darken gözlerimden seller akıyor, artık tek ümidim size kavuşma vakti.

Türkiye’nin dört bir yanından Yasinlerle, cevşenlerle, hatimlerle, dualarla gönderildin.

Ne kadar hoşuna giderdi, yağmurun sağnak olduğu bir günde Rusya’dan gelen misafirlerle kabrine defnettik seni. Sen onları ne kadar çok severdin.

Cenazede herkes ayrı bir şey anlattı. Kimisi yoldan geçen yolculara ayran hazırlayıp ikram edişini, kimisi geçen tur otobüslerindeki yolcuların bahçenizden fındık alabilir miyiz talebi karşısında "Bahçe sizin" deyip onlara ikram hazırlayışını, kimisi bu evin her zaman bir kervansaray misali herkese ikrama hazır oluşunu, senin insancıllığını, çömertliğini bunca yetimi ne fedakarlıklarla yetiştirdiğini anlatıyor. Olandan değil, olmayandan, ihtiyaçtan ikramını anlatıyorlardı. Bense bizi sımsıkı kucaklayışını, harmanda bizleri karşılamanı, sabahları namaza cağrışlarını, şefkat dolu sesini, kokunu, gözyaşlarını, sohbetini dualarını, ellerinden doya doya öpmeyi…özlüyorum."

Leave a Comment

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.