Tarhin Yükünü Sırtında Taşıyanlar
Diyalog Avrasya Platformu Eşbaşkanı ve yazar Harun Tokak Fatih Üniversitesi Diyalog Avrasya Kulübünün organizesinde “Önden Giden Atlılar” konu başlıklı bir söyleşi yaptı. Tokak, barış ve diyaloga yapılan katkıları edebi bir dille örnekler vererek anlattı.
Diyalog Avrasya Kulübü üyelerinin organizesinde yapılan program Özbek pilavı ikramıyla başladı. Farklı Asya ülkelerinin yöresel kıyafetleri öğrenciler tarafından toplantı salonunun girişlerinde canlı manken yöntemiyle tanıtıldı. Asya kültüründen örnekler sunmak isteyen kulüp üyelerine öğretmenleri de destek verdi. Daha önce Kırgızistan’da yaşayan bir öğretmen Kırgızca şarkılar söyledi. Bir başka etkinlik ise öğrencilerin motivasyonunu arttırmaya yönelik başarı belgeleriydi. Farklı sahalarda başarı gösteren üç öğrenci ve doçentliğini alan bir akademisyene plaket verildi.
Açılış seremonisinden sonra Ukrayna’dan katılıp Türkçe olimpiyatlarında şiir dalında birinci olan Elvira Saraneyova’nın okuduğu “Önden Giden Atlılar” şiirinin video görüntüsü izlendi. Daha sonra Diyalog Avrasya Kulübü Başkanı Seda Kaşka Harun Tokak’ı sahneye davet etti. Sayın Tokak, edebi bir dille atın özelliklerinden başlayarak tarihi sürecinde atı ve atlıları anlattı, konuşmasında. Yazar Tokak;
“Bunca yol çiğnediler,
Çiçek çiğnemediler.” mısralarıyla şiirsel bir dille “önden giden atlılar”ın etrafına zarar vermeden barış ve diyaloga yaptıkları katkılara örnekler verdi.
Toplantı sonrasında ise DA Kulübü öğrencilerinin tasarladığı bir tablo ile akademisyenlerin hazırladıkları kitaplar Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Anabilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Yusuf Çetindağ tarafından Harun Tokak’a hediye edildi.
* * *
İşte Harun Tokak’ın konuşması:
“İnsanlığın başarılarında büyük payı olan at, tarihin yükünü sırtında taşımıştır.” At insanlığın başarılarında pay sahibi bir hayvandır. Tarihin yükünü sırtında taşımıştır.
Bozkır kültürü:
Eski Türklerin, bozkır şartları içinde şekillenen bir kültürleri vardı. Bozkır kültürü, at üzerine bina edilmiş gibidir.
W. Schmidh: “At, Türkler tarafından evcilleştirilmiştir.
At, en güzel tasvirini ve mânâsını Allah Kelâmı’nda bulmuştur.
Koşan atlar
Kur’an-ı Kerim’de bir sureye adı verilen –Âdiyat- koşan atlar demektir. Allah (cc) atlar üzerine yemin etmektedir:
“Harıl harıl koşanlara, (nallarıyla) çakarak kıvılcım saçanlara, (ansızın) sabah baskını yapanlara, orada tozu dumana katanlara, derken orada bir topluluğun tâ ortasına girenlere kasem olsun ki… (Âdiyat 1-2-3-4-5) ”
Hayır, atların alnına nakşedilmiştir.
At, Kâinatın Yaratıcısı’ndan sonra ikinci büyük şerefini Kâinatın Efendisi’nin beyanında bulmaktadır. Peygamberimiz: “Hayır, atların alınlarına nakşedilmiştir.” “Dünya saadeti atların sırtındadır.” buyurmaktadır.
Eski Türk efsanelerinde sahibiyle konuşur, ona öğütler verir, hatta sahibiyle aynı mezarı paylaşır.
Hislidir vefalıdır
Bazı atlar, yaralı sahibini köyüne getirir, sahibi ölürse, mezar eşer, cesedini ortada bırakmaz.
Atların gözleri bir panoramik kamera gibidir, neredeyse 340 derece görür. Kulakları bir radar gibi hassastır. Kulağın her bir pozisyonu önemlidir. Kulaklarını diktiyse irkilmiştir, tehlikeli bir durum vardır.
Atlar; sığır ve koyunlara nispetle daha az uyur. Atlara ayakta uyuma ve dinlenme kabiliyeti verilmiştir.
Milletimizin eski çağlardan bu tarafa çok şey borçlu olduğu at, büyük kahramanlardan sultanlara, şairlerden nâsirlere kadar her seviyeden insanın takdirini almış, sevgisini kazanmıştır.
At hızın sembolüdür.
Nefi Dördüncü Murat’ın atı için: Saba rüzgârı ne demek? Hızına yıldırım desen yeri var/ Öyle ki, koşarken ona gölgesi bile arkadaş olamaz.)
Divan edebiyatında atlar sevgiliden daha değerlidir.
Gazi Giray; “Râyete meylederiz kâmet-i dil-cû yerine
Tuğa dil bağlamışız kâkül-i hoşbû yerine
(Biz, bayrağa meylederiz, gönül okşayıcı endam yerine / Tuğa bağlanmışız, yasemin kokulu saç yerine)
Severiz esb-i hünermend-i saba reftarı
Bir peri şekl-i sanem, gözleri âhu yerine
(Biz gözleri ahu olan bir peri yerine / Rüzgâr edalı, marifetli atı severiz)” mısraları ile anlatır bunu.
İlhamını mecazi sevdalar için harcayan Karacaoğlan bile, zaman zaman atı bütün güzelliklerin üstünde görür.
Arzularım kaldı bir Arap atta
Koyma Kadir Mevla’m gamda firkatte
Osman Sarı da;
Sevgiliden daha zor,
Ayrılmak bu atlardan,
Buğulanmış gözlerle,
Geri dönüp onları,
Gemilere aldılar,
Önden giden atlılar.” diye anlatır.
Kahramanlık hissi en güzel tasvirini onda bulur
İnsana dağlar aşıran, çöller geçiren ve insanıölüme dolu dizgin koşturan kahramanlık hissi, en güzel tasvirini at sırtında bulur. Biz, Osman Gazileri, Yıldırımları, Fatihleri, Yavuzları bu histen dolayı hep at sırtında hayal ederiz.
Mefkûre sahiplerinin kalemlerinde, atın şahlanışı, doludizgin koşuşu yükselmeyi; ağzına gemlerin vurulması da çöküşü ve esareti ifade eder.
İslâmiyet’in kabulünden sonra Türkler,
Orta Asya steplerinde kendi benini tatmin için koşturup duran akıncı, İslam’ın cihanşümul mesajıyla coşar ve ufkundaki ışıltıya dörtnala at sürmeye başlar.
Onlar bu coşkuyla Anadolu’yu baştanbaşa İslâmlaştırıyor; orada büyük bir medeniyet kuruyor, İstanbul’u fethediyor ve Avrupa içlerine kadar ilerliyordu. Bu nesiller kuzeyden-güneye; batıdan-doğuya kadar ufuklarında hiçbir engel tanımadan koşuyorlardı.
Onlar bu maceradan o kadar mesutturlar ki,
Akıncıların bu duygularını yine bir akıncı soyundan gelen Yahya Kemal ne güzel dile getirir.
Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik
Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik
Ak tolgalı beylerbeyi haykırdı: “İlerle!”
Bir yaz günü geçtik Tuna’dan kafilelerle
Şimşek gibi bir semte atıldık yedi koldan
Şimşek gibi Türk atlarının geçtiği yoldan
Şehitlik
Onların savaş meydanlarında bu kadar neşeli olmalarının ve ölümüşen şakrak karşılamalarının temelinde şehitlik mertebesi vardır. Onlar şehit olduklarında peygamberlikten sonraki en yüksek mertebeye çıkacaklarına inanmaktadırlar. Onlar; “Allah yolunda öldürülenlere ‘ölüler’ demeyin. Bilâkis onlar diridirler, lâkin siz anlayamazsınız.” (Bakara, 154) ayetinde buyrulduğu üzere, şehit olduklarında bunun farkına bile varmazlar. Bu akıncılar savaş meydanlarından bir anda cennete yükselmelerini, atıçok hızlı sürüp hızlarını alamamaya bağlarlar.
Akıncıların bu durumu Y. Kemal’in mısralarında şöyle anlatılır:
Bir gün doludizgin boşanan atlarımızla
Yerden yedi kat arşa kanatlandık o hızla
Bugün cennette gülleri açmış görürüz de
Hâlâ o kızıl hatıra titrer gözümüzde
Bu mısralarda dikkati çeken önemli bir özellik de, akıncı ile atın yedi kat arşa birlikte kanatlanmasıdır. Dünyadaki birliktelik öbür tarafta da sürdürülmek istenmektedir.
Çünkü bu atlar, sahipleriyle aynı gayeye baş koymuştur. Her yerde ve her şartta akıncısıyla aynışeyleri düşünmektedir. Bu duygu ve düşünce ortaklığı Y. Kemal’in mısralarına şöyle yansır:
O nesil duymuş akın zevkini rüzgârda bile
Bu duyuş varmış akınlardaki atlarda bile
Tarihimizdeki yükseliş ve gerileme durumları,
Tarihimizdeki yükseliş ve gerileme durumları, atın edebiyatımızdaki tavrını belirlemiştir. Diğer bir ifadeyle, edebiyatımızda, milletimizin tarih sayfasındaki durumu; en güzel, atla sembolize edilmiştir. Milletimizin yükselmesinin anlatıldığışiir coğrafyalarında şen şakrak koşan at, çöküş dönemlerinde bir hatıra, bir nostalji ve bir diriliş sembolü olarak görülür.
At ve Akıncı beklenen neslin sembolüdür.
F. Nafiz bu beklentiyi
“Zincir içinde bağlı duran kahraman atın
Gittikçe yükselen başı Allah’a kalkıyor
Asrın baş eğdi sandığı at şaha kalkıyor! diye dile getirirken;
Çile şairi N. Fazıl, bizi ruh ve mana buudunda yükseltecek o muhteşem akıncının ne zaman döneceğini sorar. Artık, at ve akıncı beklenen neslin sembolü olmuştur.
Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu
Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu
Nerede kardeşlerin cömert Nil, yeşil Tuna
Giden şanlı akıncı ne gün döner yurduna
Her gecenin bir sabahı, her kışın bir baharı vardır.
Baharı getirmek için çalışmak, güçlüklere dayanmak ve toprağa tohum saçmak lâzımdır. Bu uğurda çalışırken gerekirse küheylanlar gibi çatlamak gerekmektedir.
Tohum saç, bitmezse toprak utansın!
Hedefe varmayan mızrak utansın!
Hey gidi küheylan, koşmana bak sen!
Çatlarsan doğuran kısrak utansın! N.Fazıl
Kızrık Mızrap Şairi Fethullah Gülen Hocaefendi uykudaki atlılara seslenir;
“Kalk ey yiğit uykudan, kalk ki bağrımda nalan”.
Vefalı Anadolu toprağı vefasını göstermiştir. Artık geceler kutlu bir şafağın eşiğindedir.
Yeni Dirilişin şafak işçilerinin canhıraşçalışmaları netice vermeye başlamıştır.
Ve Asrımızda atlılar ufkumuzda bir daha görünür.
Uzun bir uykunun neticesinde kısraklar ve biniciler biraz mahmur olsa da artık iyi insanlar iyi atlara binip gelmiştir.
Onun siması pırıl pırıldır, o ızdırapların, çilelerin cenderesinden geçmiştir.
O, samimi her gönlün ufkundaki beklenen bir atlıdır.
Belirdi bir kır atlı,
Başı gözü Polatlı,
Gözler buğulu, nemli,
Üveyk gibi kanatlı.
Geliyor dolu dizgin,
Yüreği dertle ezgin,
Izdırab çekmiş belli,
Duyguları pek engin.
İşin zor tarafı aşılmak üzeredir, çoğu gidip azı kalmıştır; çünkü maya tutmuştur.
“Vur kazmayı Ferhat! Çoğu gitti azı kaldı.
Kişne kır at, kişne kır at! Çoğu gitti, azı kaldı.”
Anadolu kısa sürede at naraları, nal sesleri ile inlerse de, onlar Anadolu da durası değildir. Demirperde yıkılır yıkılmaz. Asya’ya koşarlar;
Onun kaybedecek zamanı yoktur; çünkü onu Azerbaycan’dan Burma’ya; Endonezya’dan Ulanbatur’a kadar dört gözle bekleyen muhtaç sineler vardır. Ve o, bu şuurla hareket etmektedir.
“İşleri aceledir,
Çok uzundur yolları,
Bense geride kaldım,
Yetişemedim size,
Önden giden atlılar.”
“Ve çoktan yolları doldurdu ışıktan atlılar”
Onlar yürür; yollar övünür.
Işık Ordusu aydın nasiyelerinde nur
Sinelerinde kor çehrelerinde mutluluk
Götürüler her tarafa kucak kucak huzur.
Güç kaynakları, sinelerinde her zaman magmalar gibi köpürüp duran o müthiş iman ve heyecan, ufuklarında insanlığın mutluluğu;
Issız sıcak çölleri,
Karşı karlı dağları,
Çoktan aşıp gittiler,
Kayboldular uzakta.
Önden giden atlılar O kış bahar bestesiyle gelmiştir.
Hazan diyarlarında güller açar.
Önden Giden Atlılar kan ter içinde koşmaktadır, Asya topraklarında
Yiğit narası, at kişnemesi, nal sesiyle inler bozkırlar.
Önden Giden Atlılar, “yaradılanı yaradandan dolayı sever”, bu işin Yunusçasıdır.
Herkese “gel, ne olursan ol, yine gel” derler, bu da Mevlanacısıdır.
Çiçek çiğnemezler.
Onların gezip dolaştığı yerlerde güven ve huzur vardır. Hiç kimse onlardan zarar görmez.
Ne güzel atlar bunlar,
Bunca yol çiğnediler,
Çiçek çiğnemediler.
Her şeyden önce bir sevgi kahramanıdırlar.
Daha şimdiden, bu mefkûre muhacirlerinin uğradığı hemen her yerde, insanlar arasında âdeta bir sevgi seli oluşur.
Önden Giden Atlılar gittikleri her ülkede barış köprüleri kurarlar. Irak, Bosna-Hersek Devleti’nde bir zamanlar birbirleriyle savaşan Müslüman-Hristiyan; Boşnak-Hırvat-Sırpların çocukları kardeşçe bir arada okumaya başlarlar.
Aynı şekilde, birçok ülkede farklı din mensupları, farklı etnik unsurlar aynı okullarda, aynı sınıflarda birbirlerine sevgi ve saygı duyarak eğitim görürler.
Bu faaliyetler “insan olma” ortak paydasından hareketle; insan sevgisini ve evrensel insani değerleri esas almaktadır. Bu faaliyetlerde amaçlanan “herkesi kendi konumunda kabul etme” ve “birlikte yaşama” kültürünün geliştirilmesidir.
Önden Giden Atlılar modern muhacirlerdir.
Hem Muhacir hem de Ensar’dır onlar!
Evet, bineklerinin yularına varana kadar hicret masraflarını ve heybelerindeki azıklarını, hep kendi özlerinden kopararak temin eden Mekkeli muhacirler gibidir onlar. Yeryüzünde sahip olunacak, geriye bırakılacak hiçbir şey düşünmezler. Herkesi bağrına basan ve herkese yardım elini uzatan ‘Ensar’dır onlar! İyilik ve hayrın yardımına koşarlar ve böylece günümüzün ‘Ensar’ı unvanını elde ederler.
“Allah’a ve Resul’üne hicret”, dillerin kolay telâffuz ettiği kelimelerden… Ancak bu kelimelerin mânâsını idrak, çok az gönle müyesserdir…
a) Zîrâ bir gencin, rahat ve refah üzerine kurulu bir hayatı,
b) Gözü-gönlü cezbeye getiren bir şehrin parıltısını1 terk etmesi, uzak diyarlara yelken açması,
c) Elinde Nur’dan bir kandil, yeryüzünde horlanmış insanlar, harab olmuş ülkeler, yoksul ülkeler, ardı arkası kesilmeyen imtihanlar zincirinin ilk halkasıdır.
Günümüzün Mus’ablarıdır onlar.
Önden giden atlılar, tehlikeler karşısında hizmet diyarını terk etmezler.
Yolda çatlayanlar olsa da geri dönenler olmaz.
Moğolistan topraklarında kalan Adem Tatlı, Afrika çöllerinde kalan Erkan Çağıl, Tanrı Dağlarının eteklerinde kalan Yasin Çalkım gibi…
Bir gün Prof. Dr. Mehmet Sağlam onlardan birine ne zaman döneceksin? Diye sorunca aldığı cevap kanını dondurur hocanın;
“Biz dönmeye değil, ölmeye geldik.”
Ülkelerine hiç dönmüyorlar değil, dönüyorlar ama her yıl Türkçe Olimpiyatları için yanlarında rengârenk bahar çiçekleriyle dönüyorlar.”