Ateşlerde Yürüyen Peygamber Ve Oğlu
Bu sonbahar günlerinde, bir baba-oğulun birlikte inşa ettikleri Ka’be’ye, kutsal topraklara koşuyor insanlar.
Öyle bir oğul ki… Melekler müjdelemiştir onu babasına.
Gelişi, kendisini bir ömür boyu bekleyen babasına, teslimiyet elbisesini giyişi bütün bir insanlığa bayramdır.
Öyle bir baba ki…
İçli, duygulu, merhametli…
O baba peygamberlerin atası Hazreti İbrahim’dir. Bereketli mi bereketli bir peygamberdir.
Güllerin Efendisi onun duasıdır.
” Allah’ım! Zürriyetimden tertemiz evlatlar ver” yakarışının meyvesidir.
Efendiler Efendisi’nin;”Efendimiz Hazreti İbrahim’dir” dediği bereketli insandır.
Günde beş vakit her namazda birlikte anılır adları.
Mahşer halkı içinde ilk elbise giyecek olan odur.
***
Ateşlerde yürüyen peygamber, bir ömür boyu Babil’i, Mezopotamya’yı, Anadolu’yu, Hicaz çöllerini dolaşır.
Batıp gidenlere gönül bağlamaz, Gönlünü gurubu olmayan Güneş’e tutkundur.
Ay, yıldız, güneş gibi batıp giden nesnelere tapan Babil’lilere, bir olan Allah’ı anlatır.
Dinlemezler…
Babil’de putlar vardır.
Bir bayram günü…
Herkes putların önüne yemeklerini bırakıp bayram yerine gittiklerinde;
puthaneye girip bütün putları kırar, baltayı da büyük putun boynuna asar.
Ondan şüphelenirler.
Açlık, susuzluk, işkenceyle geçen yedi yıllık hücre günlerinin sonunda yakılarak öldürülmesine hükmedilir.
O, onları inançsızlık ateşinden, cehennemin alevlerinden korumağa çalışırken, onlar onu cehennem gibi ateşlerde yakmaya karar verirler.
Babası bile karşısına dikilir.
Babasının iman etmemesi karşısında ki;”Babacığım! Babacığım!” feryatları, değil sadece dünyada mahşer meydanında bile yankılanacak bir çığlığa dönüşür.
Her bir Babil’li, günahlarına kefaret olmak üzere odun adar, Nemrud’un ateşine.
Aylarca odun taşırlar, yüklerle odun devşirirler, dağlar gibi odun yığarlar.
İmansızlık çırasıyla, putların intikam ateşiyle tutuştururlar odunları. Dağlar gibi alev dalgaları devrilir göklerden.
Allah’ın Peygamberini, bir mancınığa oturturlar.
Hiç yalvarmaz, hiçbir talepte bulunmaz, hiç feryat etmez.
Yalnızdır, ardında bir Mü’mini bile yoktur.
Firavun Hazreti Musa’yı, Mekke’liler, Güllerin Efendisi’ni öldürmeye karar verdiklerinde, mani olmaya çalışan birileri olmuştur da O, mancınığa konulup alevlere fırlatılırken;
“Durun ne yapıyorsunuz? Rabbim Allah dediği için mi bir insanı yakıyorsunuz” diyecek hiçbir kimse bulunmaz.
Babası da yakılmasına yardımcı olur.
Bu nasıl bir kimsesizlik, bu nasıl bir yalnızlık Allah’ım!
Bu nasıl bir hicran!
Bir peygamber süzülmektedir, dağlar gibi devrilen kızıl-siyah alev dalgalarının üzerine.
“Allah’ın peygamberi yanıyor yetişin” diye, gökte melekler çırpınır, kuşlar çırpınır,
yerde bir karınca ağzıyla su taşır, bulutlar;
“Ya Rab! Ne olur izin ve ağlayalım, bu gün değilse ne gün…” diye yalvarır.
Bir melek göklerin mavi perdesini sıyırarak, bir isteği olup olmadığını sorar.
“Hayır” der, “hayır.”
O tevhid insanıdır, Hanif’tir, Allah’tan gayriden bir şey istemeyi vefasızlık bilir.
“Ben onun aşkının ateşiyle yanmışım, Nemrut’un ateşi ne ola ki” der.
Kainat derin bir sükuttadır.
Her şey susmuş, her bir nesne lal kesilmiş, sebepler bitmiş, tükenmiştir.
Her şeyin bittiği her şeyin tükendiği, her bir varlığın sustuğu bir anda Alemlerin Rabbi konuşur,
“Ey ateş! Soğuk ve selamet ol İbrahim üzerine”
O ateş yakmaz İbrahim’i.
“İman hem nurdur, hem kuvvet, Hakiki İmanı elde eden insan kainata meydan okur” sözü tecelli eder.
Yanmaktan kurtulan o yalnız insan, yollara düşer.
O ateşlerde yürüyen peygamberdir.
Babil’lerde, Mezopotamya’da, Hicaz diyarlarında, Ölümün pusu kurduğu yollarda yürür.
Belalar yağmur gibi yağar üzerine.
Hiçbir zaman “of” bile demez.
Aşkının başına getirdiklerinden ah eylemez.
Yıllar yorar onu, yaşlanır, saçı sakalı bembeyaz olur.
Koca bir yüz yıl hep ateşlerde yürümüş, tevhidin müezzinliğini yapmış, şirk sütunlarını bir bir devirmiştir
Kendinden sonrasını düşünür. Soyunun ve davasının tertemiz bir evlatla devamını diler.
Bir gün melekler, bir ömür boyu beklediği o müjde ile geldiklerinde; ” nasıl olur, ihtiyarlık bana gelip çatmışken” der.
Çok sürmez sevinci.
Hep ateşlerde yürümektir kaderi.
Bir ömür boyu beklediği bebeğini ve annesini ateş yurdu ıssız bir çöle bir başlarına bırakma emri alır.
Kuşlar bile uçmaz bu ateş yurdunda…
Ama Hazreti Hacer bir çöl kekliği gibi uçmaktadır.
Durmadan çırpınmakta, durmadan kanat çırpmaktadır.
Su…
Bir damla su…
Hazreti Hacer, Safa’dan, Merve’ye mekik dokumaktan, o tepeden bu tepeye uçmaktan iyice yorulur.
Çaresizdir.
Sadece ellerini değil, yüreğini de açar Yaradan’a.
” Ey bu yerlerin sahibi Allah’ım! Bizi bu çöllerde mahvettirme. Bize acı, bize merhamet et. Ey darda kalanların imdadına yetişen Rabbim!…”
Çölün yanan bağrından, bir ananın yangın yeri yüreğinden, Cennet’in gülşeninden bir su fışkırır.,
“Dur, dur” (zem, zem)diye seslenir, çölde akıp giden suya.
Önce kuşlar suya doğru uçar
Sonra insanlar koşar
Çöldeki yalnız çocuğun ve anasının etrafı şenlenir.
Çöldeki o yalnız çocuk, o susuz çocuk büyür, serpilir.
Öyle güzel, öyle sevimli olur.
Bir gün babası çıkar gelir.
Allah’ın gökteki evi Arş’ın tam altına…
Meleklerin ibadet ettiği mukaddes mabedin izdüşümüne…
Allah’ın yeryüzündeki evini inşa ederler, taş taş yükselir, Allah’ın evi. Sonra Ellerini kaldırır baba oğul; “Allah’ım! bunu bizden kabul et.” Dua kabul olur.
O gün bugün insanlar pervane olur dönerler o kutlu evin etrafında.
Bir gün gelir, bu defa bir ömür boyu beklediği, meleklerin müjdelediği oğlunu kurban etme emri alır.
Ateşlerde yürümektir kaderi.
Oğluna düşkün, oğluna tutkun, bir baba için, ateşte yanmaktan daha acıdır bu durum.
Gözünü kıpmadan ateşe atlayan baba, oğlunu kesme emri karşısında işi yavaştan alır, sayısız develer kurban eder.
Her defasında verdiği söz hatırlatılır.
“Hani, en sevdiğini kurban edecektin”
Alev dalgalarına düşerken, gülşen olan gönlünde, şimdi korlar yer değiştirir durur.
En sevdiğini kesmekle karşı karşıya kalmak; ateşten gömlek giymekten daha da yakıcıdır.
Bir Baba ki…
Bir ömür boyu bekleşmiş, yüz yıl beklemiş, ak saçları, yüreğindeki yangınlarla tutuşmuş…
Şimdi de oğlunu kesme imtihanındadır.
Hazreti Zekeriyya, açıktan istekte bulunduğu için hem kendisi hem de oğlu kesilmekle, O ise isteğini içinde tuttuğu için sadece oğlunu kesme emriyle karşı karşıyadır.
Baba-oğul birlikte giderler Mina’ya. Annesinden uzak bir yere.
Oğul; “Babacığım! Emredileni yap inşallah beni sabredenlerden bulacaksın” der ve teslimiyet elbisesini giyerek uzanır yere.
Çöl yanmaktadır.
Kuşlar çığlık çığlığadır. Melekler, güzel mi güzel, sevimli mi sevimli, yumuşak huylu bir evladın kurban edilişine gözyaşları dökmektedir.
Ama Allah kulunu kestirmez.
Bir oğul ki gelişi babasına bayramdır, teslimiyet elbisesini giyişi, bütün bir insanlığa.
O, ateşlerde yürüyen peygamberin oğludur.
O İsmail doğmuştur.