HARUN TOKAK

Meleğimin adını söyler misin?

Dünyaya gelmeye hazırlanan bir bebek, Rabb’ine sorar:

“Allah’ım, beni yarın dünyaya göndereceğini söylediler, fakat ben o kadar küçük ve güçsüzüm ki, orada nasıl yaşayacağım?”

“Tüm meleklerin arasından senin için bir tanesini seçtim. O seni bekliyor olacak, o seni koruyacak.

“Seni karşılayan meleğin sana her gün şarkı söyleyecek, her an sana gülümseyecek. Böylece sen onun sevgisini hissedecek ve mutlu olacaksın.”

“Peki… İnsanlar bana bir şeyler söylediklerinde, dillerini bilmeden söylenenleri nasıl anlayacağım?”

“Meleğin sana dünyada duyabileceğin en güzel, en tatlı sözcükleri söyleyecek, sana konuşmayı dikkatle ve sevgiyle öğretecek.”

“Peki, Allah’ım, ben seninle konuşmak istersem ne yapacağım?”

“Meleğin sana ellerini açarak bana dua etmeyi de öğretecek.”

“Dünyada kötü adamlar olduğunu duydum, beni kim koruyacak?”

“Meleğin seni kendi hayatı pahasına dahi olsa daima koruyacak.”

“Fakat ben, seni bir daha göremeyeceğim için çok üzgünüm.”

“Meleğin sana sürekli benden söz edecek ve bana gelmenin yollarını sana öğretecek.”

O sırada Cennette bir sessizlik olur ve dünyanın sesleri cennete kadar ulaşır. Bebek gitmek üzere olduğunu anlar ve son bir soru sorar:

“Allah’ım eğer şimdi gitmek üzereysem, meleğimin adını söyler misin?”

“Meleğinin adının önemi yok, sen onu anne diye çağıracaksın.”

***

Anne…

Bugün anneler günü…

Günlerin güzeli…

Yazıların ise en zoru…

Bilgisayarımın başına oturduğumda kendimi, doğum sancıları içindeki aciz bir ana; ya da ana rahmindeki günleri tamamlayıp hiç bilmediği bir dünyaya adım atmak üzere olan çaresiz bir bebek gibi hissederim.

Yazı da yetişmek zorundadır.

İçimizdeki ilk kıpırtıyla kelimeler birer ikişer kanatlanmaya başlar.

Tıpkı ananın içindeki ilk kıpırtı gibi…

Bütün analar da o ilk kıpırtıyla, kelebekler gibi kanatlanmaz mı?

İlk sesi duyduklarında, gül yüzleri fecir sabahının sevinciyle gülmez mi?

Çünkü içini ısıtan, dünyasını aydınlatan güneşi göz kırpmıştır.

Bir anne için en güzel şey içindeki o ilk kıpırtıyı duymaktır. O kıpırtı onun anne olduğunu haykıran ilk çığlıktır.

Bir anda ikliminde hüzünle esen rüzgârlar bahar esintisine dönüşüverir.

Yine o ilk kıpırtıyla başlar bütün zorluklar… Sorular peş peşe sıralanır. Sağlıklı mı doğacak sağlıksız mı? Uzuvları tam mı olacak yoksa eksik mi?

Metal gibi bir ağız… En sevilen yemeklerden duyulan tiksinti… En bulunmaz yiyeceklere duyulan iştah… Yemek kokularından kaçış… Ardı arkası kesilmeyen perhiz günleri… “Yediklerim yavruma dokunur” diyerek en lezzetli yemeklerden uzak durulan günler…

Sonra en sevdiği elbiselerle vedalaşmak…

Ağırlaşan adımlar…

Koltuktan kalkamayan ağırlaşmış bedenler.

Bir gün gelir bütün bunlar geride kalır. Doğum sancıları da biter.

Doğum sancıları bitse de dünyada sancıları hiç bitmez anaların.

……….

Bir kaç gün önce gazetelerde; ” yapay kulakla artık duyuyor” diye İngiltere’de doğuştan kulaksız olan Joshua Bull adındaki bir çocuğun haberini gördüm. Joshua Bull, ilk duymaya başladığında kuşların cıvıltısını çok sevdiğini söylüyordu.

Duymak sahip olmaktı. Duymadığımız seslere, görmediğimiz güzelliklere sahip değildik. Her bahar çiçeklerin açışını, kuşların cıvıltısını, suların şırıltısını görmeyen ya da duymayan insanları düşündüm ve bir önceki akşam okuduğum hikâyeyi daha bir derinden hissetmeye başladım.

Hastane odasında bir anne…

Zorlu günler geride kalmış, bebeğinin gelişiyle gül yüzü gülmüştür. İlk çığlıklar, geceyi yırtan bir ışık gibi aydınlatır karanlık dünyasını. Uykusuz geceler başlayacaktır ama o bir sabır meleği gibi nice sabahlara uykusuz ulaşmaya hazırdır.

Henüz daha bebeğini görememiştir.

Meraklanır.

“Doktor bey bebeğimi görebilir miyim?” dediğinde, kucağına yumuşak bir bohça içinde bebeği verilir.

Anne mutludur.

Bebeğini, kutsal bir emanet gibi alır kucağına.

Ramazan gecelerindeki mehtabın lahuti aydınlığı gibi parlar yüzü.

Canlılar arasına inmiş bir şefkat abidesi gibi bağrına basar bebeğini.

Kendi kokusunu duyar onda.

Hiç kapanmamak üzere şefkatle açılır kalbi ve bir kuş kanadı gibi titrer bebeğinin üzerinde.

Bebeğinin minik yüzünü görmek için kundağı açar.

Gördükleri karşısında nutku tutulur. Sevinci, hüznün düş kırıklığına dönüşür.

Annenin perişanlığına dayanamayan doktor, arkasını döner ve camdan dışarıya bakmaya başlar.

Bebeğin kulakları yoktur…

Sancıları yeniden başlamıştır ananın.

Talihsiz yavrum, diye koklar bebeğini.

Mevsimler sık sık yer değiştirir anaların ikliminde.

Aradan yıllar geçer, çocuk büyür ve okula başlar. Bir gün okul dönüşü eve koşarak gelir ve kendisini annesinin kollarına atar.

Hıçkırıklara boğulur…

“Büyük bir çocuk bana ucube dedi.” diye inler.

Annesi onu teselli eder.

Küçük çocuk bu duygularla büyür.

Annesi, ona her ” arkadaşlarının arasına karışmalısın” deyişinde, yüreğinde derin bir acı ve şefkat hissetmektedir.

Bir gün baba aile doktoruna;

“Hiçbir şey yapılamaz mı?” diye sorar.

“Eğer bir çift kulak bulunabilirse, organ nakli yapılabilir.”

Çocuk için kulaklarını feda edecek birisi aranmaya başlanır.

Aradan iki yıl geçer…

Bir gün babası;

“Hastaneye gidiyoruz oğlum, sana kulaklarını verecek birini bulduk” der.

“Bu fedakâr insanı bilmek istiyorum babacığım”

“Oğlum bu bir sır, söyleyemeyiz”

Operasyon çok başarılı geçer ve güzel görünümlü bir çocuk olur. Hem duymaya hem de konuşmaya başlar.

Artık genç ve de güzeldir.

Psikolojisi de zamanla düzelir.

Okulda ve sosyal hayatında büyük başarılar elde eder.

Daha sonra diplomat olur ve evlenir .

Yıllar sonra babasına:

“Bilmek zorundayım, bana bu kadar iyilik yapan kişi kim? Ben o insan için hiçbir şey yapamadım.”

“Oğlum! Bir şey yapabileceğini sanmıyorum, fakat anlaşma kesin, şu anda öğrenemezsin.”

Bu derin sır yıllarca gizlenir.

Ancak bir gün açığa çıkma zamanı gelmiştir.

Hayatının en hüzünlü gününde annesinin cenazesi başında babasıyla birliktedir.

Babası, ” Yavrum! Annen hiç saçını kestirmek zorunda kalmadığı için çok mutluydu.” der, ” Ama bu yüzden hiç kimse, annenin daha az güzel olduğunu düşünmedi. Çünkü gerçek güzellik fiziksel görünüşte değil, kalptedir!

Gerçek sevgi, gözümüzle değil, yüreğimizle gördüğümüzdedir.

Gerçek mutluluk, görünende değil, asıl görünmeyendedir…!.”

Her ikisinin gözlerinden süzülen yaşlar yanaklarını ıslatırken; babası, yavaşça annesinin başına doğru elini uzatır ve kızıl kahverengi saçlarını geriye doğru aralar.

Annesinin kulakları yoktur.

Anne artık dünyanın son durağındadır.

Anne adlı melek, Cennet yolunun bir burağıdır.

Leave a Comment

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.