HARUN TOKAK

Vefalı dostlar…

Geçen hafta yolumuz yine bir vesile ile Abant’a düştüğünde, bulutlar ağlamak için bahane arıyordu.

Otele girdiğimizde salonun sol yanında odunları çıtırdamaya hazır bekleyen görkemli şömine ve ıtırlı kokularıyla salonu büyüleyen Yuka çiçeği aynı yerinde öylece duruyordu.

Dalga dalga ufuklara doğru yükselen yeşilin her rengi tepelerde ladinler, çamlar, serviler, kayınlar koroda yerlerini almış sanatçılar gibi biraz sonra icra edilecek yağmur musikisi için bir biri ardınca sahne önünde , sükun içinde bekleşiyorlardı.

Derken büyük bir ahenkle başladı ıslak konser.

Bir kumru da kendince katılıyordu koroya.

Rüzgâr da usta bir virtüöz gibi tel tel dokunuyordu ağaçların ıslak ve ince dallarına.

Saflığın ve temizliğin sembolü nilüferler de büyülü gölden başlarını çıkarmışlar öylece dinliyorlardı.

Billur kasenin dibindeki berrak bir su birikintisi göl, ipeksi yanaklarına düşen damlalardan oldukça mutlu gibi görünüyordu.

Abant’ta akşam vakti…

Koyu gölgeler, yavaş yavaş zümrüt yeşili tepelere doğru tırmanıyor.

Burası Abant…

Gündüzü ayrı, gecesi ayrı güzel.

Her mevsim bir başka güzel…

Ne zaman doğa harikası bu güzel yere gelsem hep o ilk Abant Toplantısı’nı hatırlarım.

Şimdi düşünüyorum da, aydınımızın, ateşle imtihanıydı o ilk Abant.

İlk Abant’tan yükselen o ses, cesurdu, demokrattı, özgürdü…

O ses, ötekine saygılıydı, hoşgörülüydü, diyaloğa açıktı…

Yenilikçiydi, yobazlığa karşıydı, tartışmacıydı…

İlmin ve fikrin ışığına saygılıydı…

O ses, bir bilgi şöleniydi…

Bu gün bir "Abant Ruhu" oluşmuşsa, o ses sayesindedir. Bu gün bu ses kendisini, Avrupa Parlamentosu’nda, Sorbon’da, Kahire’de El Ehram Sarayı’nda, BM’de duyuruyor, tartışma cesaretini gösteriyorsa bu vefalı ve bir o kadar da cesur aydınlarımızın sayesindedir.

Her bir hareketi, her bir sesi ötelere, daha ötelere beklentisizler, şahsiyet sahibi kimseler, vefalı omuzlar ve cesur yürekler taşıyabilir.

Abant’ın dünü ve bu günü konulu bir günlük mini bir toplantı için geldiğimiz bu büyülü göl ve karşı tepeler, siyah bir şala büründüğünde Pi-Pa’nın iki önemli ortağından biri olan değerli dostum Hüseyin Gülerce Bey’le, ışıkları, gölün lacivert sularında dans eden karşı köşke kadar gidip gelmeye karar verdik.

Kuşların, kurbağaların, böceklerin karanlığın koynundaki özgür çığlıkları arasında çıktık yola.

Her bir varlık kendi dilince konuşuyordu ıslak gecenin bağrında.

Köşke vardığımızda içerisi oldukça sakindi.

"Oh tam bize göre" diyerekten, geniş salonun göle nazır bir yerine tam oturmuştuk ki birden etrafımız tanıdık tanımadık kimselerle kuşatılıverdi.

Dışarıda göl bahar yağmurlarında, içerde de biz soru yağmurlarında ıslanıyorduk. Büyülü gölün kıyısında gece kadar koyu bir sohbet başladı.

Sohbet dönüp dolaşıp o gün yeni genel başkanını seçen Cumhuriyet Halk Partisi’ne geldi.

Vefanın, sevginin ve samimiyetin siyasetin engebeli yollarında yorgun ve bitkin olduğu konuşuldu.

Yıllarca birlikte yürüdükleri yol arkadaşları Deniz Baykal’ı bir anda yalnız bırakmışlardı.

"Kendi kaderine küskün" deseler de Baykal, aslında vefasız arkadaşlarına karşı derin bir kırgınlık içindeydi. Bir hafta öncesine kadar hep gözlerinin içine baktıkları, dudaklarından dökülecek her bir söze kulak kesildikleri, her şeylerini paylaştıkları liderleri, kurultayı sadece evinden izlemekle yetinmek zorunda bırakılmıştı.

Bu durum, ideali uğruna ömrünü adayan bir insan için acı bir sondu. Ama onu asıl acı kılan en yakın arkadaşlarının vefasızlığı idi.

Siyaset böyle bir şeydi demek.

Sohbet iyiden iyiye koyuşlaşınca birisi bir Hak dostunun talebeleri tarafından yalnız bırakıldığı ibret dolu bir hadiseyi dile getirdi: .

"Bir Hak dostu, yıllarca bilgisini ve yüreğini ortaya koyarak talebelerini yetiştirir. Her bir talebe sadece iyi bir âlim olmanın ötesinde aynı zamanda manevi mertebelerde de bir hayli yol alır. Keşif ve keramet sahibi olan talebeler, kader levhasında üstatlarının "cehennemlik" yazılı olduğunu görürler.

O günden sonra da dergah gün be gün boşalmaya başlar.

Aslında bu Hak dostu, kırk yıldan beri kader levhalarında kendisi hakkında "cehennemlik" yazılı olduğunu bilmektedir.

Yıllardan beri hep Hakk’ın kapısına dokunmuş ama kapı bir türlü açılmamıştır. Yunus gibi başını hep aynı kapıya koyarak; "bu kapı benim kapım, bu eşik benim eşiğim" demiş ama bir türlü rahmet kapıları açılmamış, eşikten içeri girememiştir.

"Ne olur Allah’ım! Bahtına düştüm, ben başka kapı bilmiyorum, ne olur beni kovma kapından dese de; kader tarafından sürmeli kapı bir türlü açılmamıştır.

Çantasını alan, eşyalarını toplayan talebeler birer ikişer ayrılır hocalarının kapısından.

Biri vardır ki o; "Ben bu makamlara bu üstadımın vesilesiyle eriştim, bu yollarda o benim elimden tuttu, bize gel demeseydi, kapısını bize açmasaydı, biz nasıl bu bilgileri öğrenecek bu makamlara nasıl yükselecektik?" diye düşünerek dergahtan ayrılmaz.

Vefalıdır.

Sadık bir talebe, gerçek bir dosttur.

Bir gün hocası, bildiği halde arkadaşlarının niye dağıldıklarını sorar kendisine. Hık-mık ederse de, hocası her bir şeyin farkındadır, acı acı tebessüm eder.

"Evladım! Ben kendimi kırk seneden beri hep cehennemlik görüyorum. Ama ne yapabilirim başka gidecek kapı yoktur. Onun kapısının önünde beklemekten başka çaremi var?"

Çaresiz kaldığı, talebelerinin bir bir etrafından dağıldığı, kendisini pek yalnız hissettiği, yüreğinde yangınların yer değiştirip durduğu bir anda;

"Kimsesiz kaldım, pek bunaldım, lutfuna muhtacım Allah’ım!" diye inler.

İşte o an arş titrer.

Arşın altındaki bulutlar rahmet damlaları ile dolar. Kader levhaları değişir. Kırk yıldır "cehennemlik" yazan yazı kaldırılır ve Hak dostu için "cennetlik" yazılır.

Bir başka hak dostu İbrahim Hakkı ne güzel söyler;

Nâçâr kalacak yerde,

Nâgâh açılır perde,

Dermân eder ol derde;

Mevlâ görelim neyler

Neylerse güzel eyler.

Baktım… Durgun göl gecenin koynunda kıpırdıyor, ipek yanaklarına dokunan rahmet damlalarından oldukça mutlu görünüyordu.

Gece bir hayli ilerlemişti.

Kayın ormanları gecenin karanlığında uğulduyordu. Sık ve gür ormanların tepelerine tırmanıyordu rüzgâr.

Gözlerimizi ve gönüllerimizi bir billur kasede bırakarak ayrıldık etrafımızı saran samimi ve vefalı dostlardan.

Ve misafir olduğumuz Abant Akşamları’ndan.

Leave a Comment

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.