HARUN TOKAK

Veda Vakti

Rahmet ayı bitti, bitiyor. Ay, her gün bir parçasını geride bırakmış olarak hüzünle doğuyor.

Ayrılığın melali çöküyor üzerimize.

Daha şimdiden minareler boyunlarını büktü, mabetler melül melül bakıyor.

Rabbimizin, akşamdan ta, tan yeri ağarıncaya değin; “Yok mu dua eden duasını kabul edeyim” dediği nurlu geceler geride kalıyor.

Kilometrelerce uzayıp giden iftar sofraları, dolup boşalan iftar çadırları, kitap fuarları, Sultan Ahmet şenlikleri, ibadet neşvesi içinde mabetlere koşan nurlu kalabalıklar, minareler arasında ışıklı köprüler kuran mahyalar…

Hepsi geride kalıyor.

Bir de Ramazan boyunca hafızamıza kazınan fotograflar….

Somali’de, Sudan’da açlık, susuzluk ve hastalığın kıskacındaki insanlar… Yardım olup yağan Anadolu’dan cömert insan manzaraları, şehitlerimizin yürek yakan görüntüleri, tabuta sarılıp ağlayan analar, sevgililer ve ‘baba gitme’ diyen yavruların yürek yakan yalvarışları da bu Ramazanın unutulmazlarındandı.

Bir de kavurucu Ağustos güneşinin parlak ışıkları altında tarladaki ekin demetlerini rahle yaparak mukabele okuyan kadınlarımız…

Ekin tarlasından gözlerimize yansıyan o güzel fotoğraf hayalimin elinden tutarak beni ta çocukluğumun ramazanlarına alıp götürdü.

Bu sene olduğu gibi çocukluğumda da Ramazan harman mevsimine denk gelmişti.

Temmuz bağrında akşama kadar sarı sıcaklarda susuzluktan ve boğazımıza dolan saman tozlarından dilimiz bir alev topuna dönerdi de akşamın hiç olmayacağını düşünürdük.

Topraktaki ekin saplarına, destelere vuran temmuz güneşinin sarı sıcaklarında toza toprağa belenmiş bedenimiz ateş gibi kıpkırmızı kesilirdi.

Gömleklerimizden fışkırırdı terler.

Gün tepeye dikildiğinde ekin sapları alev alev tutuşmuş çalı çırpı demetleri gibi çatırdamaya başlar, kızgın toprağın yarıklarından alev fışkırırdı.

Sıcaktan gözlerimiz kamaş kamaş olur,  birkaç metre ileriye bakamazdık. Lastik ayakkabılarımızın içi toz ve terden vıcık vıcık olurdu.

Bir birine dolanmış milyonlarca ışık iplikçiklerinin etrafımızda uçuştuğu, karşı kel tepelerin, ekin tarlalarının alev alev yandığı, bir dalın bile kıpırdamadığı, ağustos böceklerinin ardı arkası gelmeyen yaz konserlerinden başka bir şeyin duyulmadığı o dakikalarda hep bir kelime dökülürdü rahmetli babamın dudaklarından; “Allah’ım açlık ve susuzlukla imtihan etme!”

Hele arpa tozları… Aman Allah’ım,  güneşin sarı sıcağı ve sineklerin de lojistik desteği ile nasıl yakardı canımızı;, kaşınmaktan iş yapamazdık

Bu yaz acı tatlı nice hatıralarımın geçtiği o köye gittiğimde ekin biçtiğim, deste çektiğim, harman savurduğum o yerleri bir bir dolaştım. Sarı sıcaklarda yanan ekin tarlalarından geçtim. Suyunu içtiğimiz kuyulara, çeşmelere uğradım. Kiminin sereni, kiminin kovası, kiminin tası yok. Kiminin taşları kırılmış, kiminin suyu çekilmiş. Kavakçeşme gibi bazıları ise kendi başına öylece akıp duruyor.

Tozlu yollar geçti içimden.. Hazin hazin ağladı gönlüm. Bir zamanlar gölgesinde dinlendiğim, yemek yediğim, namaz kıldığım ağaçlar sanki uzaktan bana el ediyor, beni çağırıyordu. Eskiden şairlerin sevgilileri ile birlikte oldukları yerlere ugrayıp yok olmaya yüz tutmuş izler ve kalıntılar önünde oturup agladıkları gibi gözlerim gönlümün ağlamalarına eşlik etti

Her birinin yanına gittim, dokundum, sarıldım, gölgelerinde oturdum.

Yaz aylarında bin bir zorlukla tuttuğumuz oruçları hatırladım.  Bir sevinç,  bir umut doldu içime.

Tıpkı yaz güneşinin parlak ışığında yıkanan ekin tarlasında buğday demetlerini rahle yaparak mukabele okuyan kızlarımızın, kadınlarımızın yüreklerine dolan, yüzlerine vuran mutluluk ve sevinç gibi.

Rahmet ayı gitti, gidiyor.

Ay, her gün bir parçasını geride bırakmış olarak hüzünle doğuyor.

Ayrılığın melali çöküyor gönüllerimize.

Yetim yavruların ‘gitme baba!’ sesleri şehit babalarını durduramadığı gibi biz de, bir ay boyunca şefkat kanatlarını üzerimize seren Ramazanı durduramıyoruz.

Halbuki ne kadar da alışmıştık.

Ölü ruhlarımıza can gelmişti.

Bir saadet rüyasına daldığımız füsunlu geceler  bitti, bitiyor.

O hisli, o hülyalı gün ve geceler geride kalıyor.

Bir ay boyunca nice rahmet avcılarının ta, tan ağarıncaya kadar Rahmeti Sonsuzu’un kapı aralığından ışık sağanaklarının sökün edeceği anı bekleyip durdukları geceler tükeniyor.

Her şey sustuğunda sinelerinden fışkıran ışıklarla sabaha yürüyen gece süvarilerinin şafak yürüyüşleri sona eriyor.

Nurlu bir mabet gibi sabahlara kadar hiç ışıkları sönmeyen, içinde huri gılmanların gezinip durduğu periler ülkesi evlerle vedalaşıyor Ramazan.

Rahmetle gerinen ovalara, obalara, bağlara, bahçelere el sallıyor.

Ve Ramazan bu sene de gidiyor.

Göz alıcı nimetlerle bezeli sofraların başında iftar vaktini beklerken mahşer meydanında yankılanacak olan “bu gün mülk kimindir? ” sözünü bize daha bir belleterek gidiyor.

Veda rengine bürünmüş hicranlı bir gün bitimindeyiz.

Ayların sultanı veda hazırlığında.

Akşamın alaca tahassürleri ufkumuza damlamaya damla damla düşüyor.

Nice kulların bir gül gibi kokladığı, bir kevser gibi içtiği, bir musikı gibi dinlediği füsunlu geceler geride kalıyor.

Düşündüren bir sessizlik dolduruyor içimizi.

Nasıl da alışmıştık cennet  ırmaklarının çağıltıları gibi; kubblerden taşan tekbirlere, gürül gürül salavatlara, topluca kılınan tervavihlere, bulunduğumuz yerlerin Ramazanca aydınlatılmasına, şadırvanların başındaki kandillere, camilerin içindeki avizelere, minarelerdeki mahyalara, Ramazanlaşan çehrelere, başı yazmalı analarımızın aydınlık yüzlerine…

Daha şimdiden ulu bir sessizlik dolduruyor içimizi.

Rahmet ayı gitti, gidiyor.

Ay, her gün bir parçasını geride bırakarak hüzünle doğuyor ufkumuza.

Daha şimdiden minareler boynunu büktü, mabetler melül melül bakıyor

Ayrılığın melali çöküyor gönüllerimize.

Rabbimizin, akşamdan ta tan yeri ağarıncaya dek; “Yok mu dua eden duasını kabul edeyim” dediği nurlu geceler geride kalıyor.

Bir de Ramazan fotoğrafları…

Kilometrelerce uzayıp giden iftar sofraları, dolup boşalan iftar çadırları, kitap fuarları, Sultan Ahmet şenlikleri, ibadet neşvesi içinde mabetlere koşan nurlu kalabalıklar, minareler arasında ışıklı köprüler kuran mahyalar…

Somali’de Sudan’da açlık, susuzluk ve hastalığın kıskacındaki insanlar… Yardım olup yağan Anadolu’dan cömert insan manzaraları, şehitlerimizin yürek yakan görüntüleri, tabuta sarılıp ağlayan analar, sevgililer ve ‘baba gitme’ diyen yavruların yürek yakan yalvarışları…

Bir de kavurucu Ağustos güneşinin parlak ışıkları altında tarladaki ekin demetlerini rahle yaparak mukabele okuyan kadınlarımızın fotoğrafları…

Şimdi ayların sultanına veda vakti

Gittiğin gurbetlerde bizden şikayetici olma sultanım!

Leave a Comment

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.