HARUN TOKAK

Silahını vermeyen asker

Kararsız günlerdeyiz.

Son bahar günleri hep böyledir. Yazdan kalma güneşli bir gün, kararsız bir buluttan boşalan bir yağmur ya da yağmur gözlü güneşlerin ışık sağanağında ıslanmak…

Bu kararsız mevsimde, milletçe en kararlı günlerimizi yaşıyoruz. Tıpkı Çanakkale’de, Milli mücadele yıllarında yaşadığımız gibi.

Yeni Cumhuriyetin önsözü bu en karalı ve en kararlı günlerimizde yazıldı.

Hâlâ o günlerin derin izlerini ve hatıralarını taşıyoruz.

***

1980’li yıllarda Çanakkale’nin civar köylerinden bir çiftçi tarlasını sürmektedir.

Pulluk bir cesede takılır, bir asker, sanki daha dün şehit olmuşçasına öylece yatmaktadır.

Hiç bozulmamış.

Gözleri yumulu, uyur gibi…

Silahını, sıkı sıkıya bağrına bastırmış elleriyle .

Bu öyle bir manzaradır ki, melekler seyretmek için yarışırlar.

Köylü, önce korkarsa da Çanakkale şehitleriyle ilgili dinlediği menkıbeleri hatırlayınca rahatlar.

Silahı incelemek ister ama askerin elinden almak mümkün olmaz.

Şehit, sevgiliye sarılır gibi sarılmıştır silahına, dokunsan dirilecek gibi bir hali vardır.

Korkmaya başlar ve muhtara koşar.

Muhtar, yetkililere haber verir.

Biraz sonra bir komutan oradadır.

Asker silahını asla bırakmaz, komutan hayretler içinde kalırsa da şehitlere ölü muamelesi yapılmayacağını bilen birisidir.

Gür bir sesle; “Asker görev bitmiştir, silah bırak” der demez, inanılması güç ama

askerin elleri yavaş yavaş gevşer ve silahı almaya muvaffak olurlar.

“Nasıl yaşarsanız öyle ölür, nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz…”

Asker, savaşırken şehit olmuştur ve hâlâ savaşın devam ettiğini sanmaktadır, bir komutan “harp bitti” demeden silahını bırakmaz.

Şehidin sevgilisidir silahı…

Yeni Türkiye, genç cumhuriyetimiz, denince aklımıza ser verip, sırrını ve silahını vermeyen bu isimsiz yiğitler düşer.

Sevgilinin siyah saçlarıyla, rüzgâr gibi koşan küheylanların yeleleri yiğitlerin ruhunda aynı ürpertiyi hâsıl eder.

Öylece bel bağlamışlardır her ikisine de.

Sadece Çanakkale’ye has değildir bu destanlar.

Daha dün ekranda gözyaşlarına gömülmüş bir ana… Piyade Asteğmen Sunay Civan’ın anası…

Civan gibi oğlu, 1996 yılında günler bahara dönerken Bingöl dağlarında şehit düşmüş.

Anacığım, bambaşka dünyalarda… Kendinden geçmiş, yiğidinin resmini görüyor gözyaşlarında;

“Arkadaşları Sunay’ımın elinden silahını alamamışlar, morga öylece kaldırmışlar.

Komutanı gelmiş “Asker görev bitti, silah bırak” deyince bırakmış Sunay’ım silahını.”

Aradan on bir yıl geçmesine rağmen taze kanıyordu anacığının yüreği.

Silahına da, kömür gözlü sevgilisi kadar düşkündür bu kahramanlar.

Namus bellemiştir her ikisini de.

Sıra dağlar gibidir bu kahramanlar.

Biz o dağların gölgesinde yaşar, onlarla kendimizi daha bir güvende hissederiz.

Onlarla hayata tutunur, onlar yıkılınca yıkılırız.

Dün, dağ gibi on üç delikanlımızla yıkılmıştık.

Yağmur gözlü analarının göz yaşlarında ıslanırken, asker ve sivillerimizin, Hakkari Dağlarından gelen acı haberleriyle yüreklerimiz bir kere daha dağlandı.

Artık alevlerinin tazyikine dayanamayıp dağları delen bir volkan gibi milletçe patladık.

Kışın sert günlerinin arkasından dalların yeni bir bahara patlaması gibi…

Sonunda dağlar da analar da, hayal gözlü gelinler de patladı.

“Murat’ımın intikamını ben alayım ”

Köy…Orada… Uzakta bir köy… Önceleri Haymana’ya bağlıymış Ankara’ya uzak olduğu için Konya’ya bağlamışlar.

Köyün girişinde, çimenlerin üzerinde koyunlar kuzularıyla koklaşıyor.

Ana kuzusu Murat yok aralarında.

Küçük bir tepenin yamacından düzlüğe doğru yayılmış evler.

Girişte, söğüt ağaçları karşılıyor köye gelenleri.

Yamaçta yalnız başına iki katlı bir evin balkonunda al bayrak asılı.

Acının, merkez üssünün burası olduğu belli…

Sadece Canımana’ya değil, bütün bir Anadolu’ya yetecek acılar yükseliyor bu evden.

Ellerde çerçevelenmiş bir resim dolaşıyor. Çakır gözlerine dalıp gidiyor resme bakanlar.

İnsanlar acıdan bir hayalet gibi dolaşıyor ortalıkta.

Burası on üç arkadaşıyla Şırnak Dağlarında şehit düşen Murat Uçar’ın evi.

Çimenlikte koyunlar kuzularıyla yayılıyor.

Daha kınası kurumamış hayal gözlü gelinin kanayan yüreğinde acılar yayılıyor.

Acılar ev ev sokak sokak dağılıyor.

Kabaran acılar yutmuş Canımana’yı.

Derinliğinde boğulan debisi yüksek nehirler gibi sokak sokak akıyor acılar.

Şehit çakır gözleriyle bakıyor, “Sakın ağlamayın” diyor.

İki katlı bir ev…Evin baş kösesinde dağdaki on üç şehidin son çekilmiş resimleri…

Yaralı baba; ‘Yavrumu bir ay önce evlendirdim, şimdi ise son düğününü yapıyorum. Yolun açık olsun yiğidim. Bu vatana bir Murat verdim, iki oğlum daha var, onları da feda ederim.” diyerek sel ediyor gözyaşlarını, mecal bırakmıyor kimsede.

Anası eliyle oğlunu gösteriyor, “Canım oğlum, canım evlatlarım benim” diye ağıt yakıyor.

Sanki dudakları kıpırdıyor şehitlerin, “Canım Ana…Canım Anamız”

Burası Canımana…Şehidin eşi Ayşe’nin elindeki kınalar çıkmamış.

Murad’ının resmine bakarak “çakır gözlerine al götür beni de” diye ağlıyor.

O, hayal gözlüsüydü Murat’ının…

Kırk gün önce evlenmişlerdi…

Kırk gün önce uğurlanmıştı Murat’ını Şırnak’a…

“Bekle hayal gözlüm geleceğim hemen” demişti.

Hemen gelmiş…

Hayal gözlü Ayşe’nin kınaları çıkmadan gelmiş.

Kurşun dolu bedeni, kurşun gibi düşmüş köye.

Gabar dağında şehitlerimize sıkılan kör kurşunlar delmiş köyün kalbini.

Şırnak Dağlarında yazdığı son satırlar çıkıyor şehidin cebinden.

Kınaları kurumamış taze geline, sevgilisine “hayal gözlüm” diye sesleniyor.

“Benim dünyada çiçeklerim açmasa da yıkamadıkları bir onurum var.

Korkutamaz beni en kötü kâbuslar.

Benim kâbuslardan daha kötü acılarım var…

Asker vurulunca değil, unutulunca ölür.” Murat’tan, bir tanesine / Şırnak İkizce.

“Ben taş değilim” diyor, taze gelin. Ağlamamak için dudaklarını ısırıyor.

Gözyaşlarını içine akıtsa da kanayan yüreğinden yükselen acılar sel gibi boşalıyor gece karası gözlerinden.

“Sen unutulmayacaksın sevgilim, sen ölmeyeceksin, şehitler ölmez.”diyerek, sevgi taşlarıyla ördüğü sabır duvarına dayanıyor.

Şehit komando;

“Olur ya bir çatışmada ölürsem; arkamdan yas tutmayın, bedenimden elbisemi, başımdan beremi,

elimden silahımı almayın. Botlarımı çıkarmayın; ben onlarla daha çok yol yürüyeceğim, sırat köprüsünü onlarla geçeceğim.

Göğsümdeki kör kurşunlar da dursun; onlar benim madalyamdır gittiğim yerde lazım olacaklar”

İşte şehidin vasiyeti…

“Silahımı almayın o benim namusumdur.”

İşte kınası kurumammış hayal gözlü gelinin göğsünden volkan gibi fışkıran sözleri; “Bıraksınlar, koşayım dağlara da, Murat’ımın intikamını ben alayım hainlerden ”

***

Aziziye tabyalarında koşturan Kara Fatmaların, Nene Hatunların ruhları aramızda dolaşıyor.

Kocası Gündüz Alp öldükten sonra, Kayı boyu aşiretini Domaniç topraklarına getirip soyumuzu toparlayan Hayme Anamızın sesi duyuluyor buralarda.

Ve biz Canımana’dayız…

Hayır, Hayme Ana’dayız .

Hayır hayır… Hayal gözlü kadınların patladığı; sözün bittiği noktadayız…

Ve bu milletin kadını patlarsa bütün bir Anadolu patlar.

Leave a Comment

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.