Patagonya Kralı ve Marangoz
Patagonya geniş ve verimli toprakları olan mutlu insanların ülkesidir.
Ormanın kenarında, şirin ve küçük bir kasabadaki tahta kulübesinde Marangoz Tony ve ailesi yaşamaktadır.
Tony, hanımı Mary ve çocukları Henry ile çok mutludur.
Henry, henüz yeni yeni yürümeye başlamıştır.
Aile de onun minik adımlarıyla yürümektedir en güzel mutluluklara.
Henry’nin, güzel gözleri, sarı saçları, gülücükleri ve sevimli dilinden dökülen ilk sözcükler anne ve babayı dünyanın en mutlu ailesi kılmaya yetiyordu.
Tony, çok iyi bir ustaydı.
Patagonya’da herkes onun ustalığını konuşurdu.
Yaptığı tahta sandıklar ve oyuncaklar kapışılırdı.
Her sabah, ormandaki kuş seslerinin cıvıltılarıyla uyanır, güneşin ilk ışıklarıyla başlardı çalışmaya.
İnsanları ürettiği kaliteli ve güzel mallarla mutlu ettiğini gördükçe kendisi de ziyadesiyle mutlu olurdu.
Halk mutlu olsa da Patagonya’nın hiç mutlu olmayan bir kralı vardı.
Kral George, ülkesinin geniş topraklarında çok keyifli ve çok güçlü görünmeye çalışmakta; her emri hemen yerine getirilmekte, herkes karşısında korkudan tir tir titremektedir.
Karşı gelmeyi aklından geçiren bir kimsenin cellatların elinde ya da aslanların pençesinde parçalanmayı göze alması gerekir
Fakat kralın keyfini kaçıran, içini bir kurt gibi kemiren bir derdi vardır.
Kral yaşlanmaktadır.
Bu güne değin bir çocuğu da olmamıştır.
Doktorlar bundan sonra çocuğunun olamayacağını da münasip bir şekilde söylemişlerdir.
Çocuğunun olmaması, onu içten içe yiyip bitirse de etrafına hissettirmemeye çalışır.
Çocuğunun olmayışından dolayı, halkının gözünde küçük düştüğünü düşünür.
“Kölelerin bile çocuğu olur da kralın nasıl çocuğu olmazdı!”.
Evlatsızlığın acısı durmadan bağrını yumrukluyor her geçen gün dayanılmaz bir hal alıyordu.
Kral, ara sıra geniş ormanlara avlanmaya çıkarak can sıkıntısını gidermeye çalışırdı.
Yine ava çıktığı günlerin birinde Tony Usta’nın atölyesinin önündeki sandıklar dikkatini çeker.
Saraydaki sandıkların burada üretildiğini hemen anlar.
Bu maharetli ustayı görmek ister.
Tony Usta her zamanki gibi işinin başındadır.
Takdir dolu hislerle ustaya bakar ve “Saraydaki sandıkları sen mi yaptın?” Diye sorar.
Tony Usta mahçup bir tavırla;
“Evet efendim”
“Günde kaç tane yapabiliyorsun”
“Üç veya dört”
Konuşmaları duyan Mary, oğlu Henry’yi de alarak dışarı çıkar. Kralın gözü güzel ve asil kadının kucağındaki Henry’ye mıhlanır.
“Aman Allah’ım bu ne güzel çocuk!” sözleri gayri ihtiyari dökülür kralın dudaklarından.
Daha önce hiç bu kadar güzel bir çocuk görmemiştir.
Kral perişan olmuştur.
Yüreğinde alevden tabakalar oluşturan acılar, harekete geçen bir yanardağ gibi fokurdar. Adamlarına “Saraya dönüyoruz” der.
Tozu dumana katarak uzaklaşırlar.
Ne olmuştu da birden bire avlanmaktan vazgeçerek saraya dönmeye karar vermişti kral.
Adamları da merak içindedir ama kimsenin soru sormaya cesareti yoktur.
“Kral, Tony’nin mutlu kulübesinden neden kaçar gibi uzaklaşmıştır? Neden durmadan at koşturmaktadır ?” kimse bilemez.
Aslında Kralınki bir kaçıştır.
Mutluluğun saray haline getirdiği küçük kulübeden, süslü sütunların ruhunu sıktığı saraya kaçmaktadır.
Korkusuyla herkesi titreten bu insan aslında beli kırılmış korkak bir solucan gibi sarayın şatafatlı çatısının altında büzüşmektedir.
Mutluluğun çatısı tepesine çökmüş bu bencil adamı en çok rahatsız eden şey halkı mutlu görmektir.
Son sürat girerler sarayın kapısından içeriye ve kral sarayın ziynetli kollarına atar kendini.
Tahtına oturur oturmaz “Bana hemen o marangozu getirin” diye emreder. Emir hemen yerine getirilir, Tony Usta, mutlu kulübesinden apar topar alınır. Ne olduğunu anlamamış; saraya yaklaştıkça içini saran sıkıntı dayanılmaz bir hal almıştır. Daha yüzünü yeni gördüğü kral kendisini niçin çağırıyordu? Yol boyunca cevap aradı sıkıntısını artıran sorulara. Kalbi duracak gibi çarpıyordu.
Kralın gözleri, hiç iyi şeyler söylemez Tony Usta’ya.
“Bugün gördüğüm sandıkları çok beğendim” deyince Tony, biraz olsun rahatlar.
Fakat arkadan gelen cümle bütün dünyasını alt üst eder Tony’nin.
Kral , “Bir hafta içinde o sandıklardan 367 tane istiyorum”
Tony Usta, “Ama efendim bu mümkün değil, bari zamanı biraz uzatın” dese de kral kararlıdır.
“Bir hafta içinde tamamını teslim etmeni istiyorum. Tek bir tane bile eksik kabul etmem.”
Sandıkların tamamını zamanında yetiştiremezse çocuğunun elinden alınacağı tehdidini savurur.
Dünyası başına yıkılır Tony Usta’nın.
Bütün vücudu titremeye başlar.
Kralın gerçek niyeti anlaşılmıştır.
Görevliler kollarından tutarak onu dışarı çıkarırlar.
Bitkin bedenini evinin önüne bırakır ve giderler.
Hanımı koşarak gelir yanına ve ne olduğunu sorar fakat Tony Usta’nın konuşmaya mecali yoktur.
Güç de olsa hanımı durumu öğrenmeyi başarır.
Hanımı “Kalk ayağa; oğlumuzu düşünerek metin olmalıyız. Bir haftaya kadar çalışarak biz elimizden geleni yapalım. Yaradan bizim yardımcımız olacaktır.
Çünkü sen kimseye zulmetmedin, kimsenin malına, evladına göz koymadın, herkesin mutluluğu için çalıştın, acılarına ortak oldun.” diye kocasına moral verir.
Atölyeye girip çalışmaya başlarlar. Yakın komşuları da bu mutlu ailenin başına gelen felaketi öğrenince yardım etmeye kara verirlerse de, sonra bir anda vazgeçerler.
Tony ve Hanımı, bu davranışa bir anlam veremezler.
Kralın, bu iyi niyetli komşuları tehdit ettiği konuşulur küçük kasabada.
Nihayet verilen sürenin dolmasına saatler kalmıştır. Zaman kaybetmemek için sandıkları bile saymamışlardır ama “göz kararı” ile eksik oldukları aşikârdır.
Bu günlerde mutluluk, ormanın sık ağaçları arasına saklanmış uzaktan bakmaktadır Tony ailesine.
Karı-koca kendi mutluluklarını çoktan unutmuşlar sadece sevimli Henry’lerini düşünmektedirler.
“Yeter ki yürümeye ve konuşmaya yeni başlayan biricik yavrularına bir zarar gelmesin” telaşındaydılar.
Bir hafta boyunca hiç durmaksızın çalışmışlardı.
Günün ilk ışıkları “son gecenin” siyah saçlarını usulca okşuyordu. Artık yorgunluktan kolları zor kalkıyor, çalışacak dermanlarının kalmadığını hissediyor fakat acı ile tekrar harekete geçmeye çalışıyorlardı. Bütün yorgunluklarına ve bitmekte olan zamanlarına rağmen içlerindeki ümit ışığı sönmemişti. Köyün horozları sabahın geldiğini haber veriyordu. Bu günlerde mutluluk güzel ormanın sık ağaçları arasına saklanmış uzaktan bakmaktadır Tony ailesine. Biricik yavrularını zalim kral ellerinden alacak mıydı?
Dışarıda at sesleri duyulur.
Kapının böğrüne ardı ardına iner yumruklar.
Gelenler kralın adamlarıdır.
Tony Usta, kapıya yönelmek yerine, elinde olmadan, mışıl mışıl uyuyan Henry’yi düşündü. Sevgili Henry’sini bekleyen kadere inanmak istemiyordu.
Kapı, yeni bir hızla tekrar ardı ardına yumruklandı:
“Tony Usta, aç kapıyı” bağırtıları birbirini izliyordu.
“Tony Ustaaa… Aç kapıyı!… Kapıyı aç … Çabuk!…”
Yorgun ve uykusuz Tony Usta, sanki bedenini hissetmiyordu; bütün varlığı, duayla çarpan bir yüreğe dönüşmüştü. Uğultular arasında yürüdü ve kapıyı açtı.
Karşısında saçı sakalı birbirine karışmış adamlar birbirleriyle yarışan bir telaşla bağrışıyorlardı:
“Tony Usta, kral öldü. Hemen en iyisinden bir tabut istiyoruz.”