Padişahlar peşinden yürüsün…
Osmanlıda beylik; sülaleden gelen, daha çok idari bir unvandır. Bu yoldan paşalığa kadar yükselmek mümkündür.
Efendilik ise; şahsın kendi karakter kazanımıyla elde ettiği bir meziyettir ve daha çok ilmiye sınıfına verilen bir unvandır. Dolayısıyla ilmiye mensuplarına hep “efendi” diye hitap edilir. Eğer bir şahıs hem sülalede beyliği tevarüs etmiş hem de şahsen efendilik sıfatına layık görülmüşse o zaman “beyefendi” olur.
Merhum hocamız Sabahaddin Zaim işte böyle zarif bir İstanbul beyefendisiydi.
Hocaların hocası iken Hakka yürüdü…
Sırtımızı dayadığımız bir dağ devrildi, gölgesine sığındığımız bir çınar yıkıldı.
İçimizde derin bir boşluk oluştu. Varlığı güven veriyordu.
Fatih camisinin avlusu neyi kaybettiğimizin farkındaydı. On binler oradaydı.
“O, Peygambersiz dönemin sahabesiydi ” dedi tezkiye konuşması yapan hoca.
Bir asra yaklaşan bereketli bir ömür…
Babası 1934’te Makedonya’nın İştip bölgesinden Türkiye’ye dönme kararı aldığında küçük Sabahaddin henüz 8 yaşındadır.
Makedonya’da 5 yaşında başladığı eğitimine İstanbul’da devam eder.
Okullarda din dersi olmadığı için mahalle camisinin hocasından ders alır.
Ağabeyleriyle birlikte Kur’an-ı Kerim okumayı öğrenene kadar, hocanın evine kitaplarını saklayarak gidip gelirler; çünkü yollarda dolaşan sivil polislere yakalanmamaları gerekir.
Aile aslen Rumelilidir.
Daha geriye, üç asır öncesine gidince Konya’ya dayanır geçmişi. Biraz daha derinlere gidince de Kafkasya’ya düşüyor yolu.
Babası Mehmet Bey tarafından ailesi, 17. asırda Rumeli’nin fethine katılmış ve Mekadonya’ya zeamet sahibi olarak yerleşmişlerdir. Zaim soyadı oradandır.
Annesi Saime Hanım’ın atalarından Ayan Ahmet Ağa, Rumeli’nin fethine iştirak etmek için Osmanlı ordusuna Kafkasya’dan katılmıştır.
Ancak Birinci Dünya Harbinden sonraki yıllarda Yugoslavya’nın Türk ve Müslümanlara uyguladığı ve ‘Cita Tursi Azia’ (Türkler Asya’ya) şarkıları eşliğinde süren zulüm, onları da yerlerinden edecektir.
Yıl 1934’tür.
Baba Mehmet Bey, Reis-ül ulemaya danışarak “Burada İslami bakımdan hürriyetimiz kalmadı. Ama Türkiye’den de İslami bakımdan iyi haberler gelmiyor. Ne yapalım?” diye sorar. Cevap; “Orası Türkiye’dir. Yarın başka türlü olur. Burada kalırsanız çocuklarınıza evlenecek kız bulamayacaksınız” şeklinde olunca birçok Türk aile gibi Zaim ailesi de yollara düşer.
Oradaki tüm mal varlıklarını yok pahasına satarlar. Eski Yugoslavya’da Sırplar çobanlık, Bulgarlar da ırgatlık yapmaktadır. Toprak ise Türklerin elindedir. Dolayısıyla malları alacak paralı insanlar da yok gibidir.
1934’te bir İtalyan bandıralı gemiye binerek ailesi ile birlikte Türkiye’ye doğru yola çıkan küçük Sabahaddin, vapur Çanakkale’ye yaklaşınca çok heyecanlanacaktır: “Ayağımda tozluklu ayakkabılar, elimde bastonla (Balkan çocuklarının giyim tarzı) sekiz yaşında bir çocukken Karaköy rıhtımına yanaştığımızda dayım karşıladı. Çarşamba’da dedemin evine (şimdiki Fatih Kız Lisesi’nin bulunduğu yer) gittik. Böylece Türkiye hayatı başladı.”diye anlatır o günleri.
Bu soylu ailenin üç asırlık Balkanlar macerası da sona ermiş olur.
1950’lerde üniversite de Kurul’da oruç tutan tek hocadır.
1970’li yıllarda Ramazan’da toplu iftar verilen tek yer, İstanbul İmam Hatip Lisesi’nin bodrum katındaki yemekhanesidir.
Ramazan boyunca o yemeği finanse edecek hamiyetli insan bulmakta zorlandığı günleri duygulanarak anlatırdı.
Mülkiyeden sonra, 1953’e kadar Anadolu’da kaymakamlık yapar. Göreve başlarken kendisini sadece devlet memurlarının karşıladığı Hocamızı, ayrılırken bütün kasaba halkı ağlayarak uğurlar.
1955’te İstanbul Üniversitesi’nde doktor olur ve emekli olacağı 1998’e kadar aynı üniversitede görev yapar.
Anadolu’da kaymakamlık yaptığı yıllarda ülke insanını yakından tanıma fırsatı bulmuştur. Bu tecrübe onu bir ömür boyu aydınlatacaktır.
İslami duyarlılığın inşası için vakıflar dernekler, sendikalar kurar. Ekonomik ve kültürel birlikteliğe önem verir,
İktisadi ve ilmi merkezleri buluşturur.
O ilklerin insanıdır.
Milli prodüktivite merkezi, Sakarya Üniversitesi, Sarayova Üniversitesi, Milli Türk Talebe Birliği, Hak-İş, MÜSİAD, Aydınlar Ocağı ve İlim Yayma Cemiyeti gibi pek çok teşkilatların kurulmasına öncülük etmiştir.
Yine Türkiye’nin ilk motor fabrikası (Gümüş Motor) ve faizsiz bankacılık onun eseridir.
Dünya İslam Gençlik Toplantısı, 1. İslam İktisat, 1. İslam Eğitim ve 1. İslam Teknoloji kongreleri gibi pek çok ilklerde aktif rol aldığını biliyoruz.
1.İslam Dünyası kongresine giderken Kral Faysal’ın öldürülmesi üzerine havaalanından geriye dönmek zorunda kalır. Bu aynı zamanda İslam ülkeleri arasında ilk toplantı olacaktı. Ama engellenir…
Bunlar Merhum Kral Faysal’ın projeleriydi.
Hoca, İslam, insan ve iktisat alanlarında çok önemli çalışmalara imza attı.
Ülkenin manevi mimarlarının hemen hepsiyle gönül bağı vardı.
O, araziye inen bir aydındı.”Bir ülke geri kalmışsa aydınlarındandır” derdi.
Defalarca bakanlık vaadiyle siyasete davet edildiyse de o, hep ilim yolunu seçti.
Allah’ın adını anmadan hiçbir işe başlamazdı.
“Hayat uzun bir yoldur. Bu yolda güzel duraklar var, bu güzel duraklarda güzel insanlar var. Önemli olan güzel insanlarla olabilmektir” derdi.
1926 yılında Mekodonya’ da başlayan yorucu yolculuğun sonuna gelmiştir.
Kış mevsimine sarkmış sonbahar soğukları, muhteşem mabedin avlusundaki dev çınarın son yapraklarını savurmaktadır.
Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakanlar, milletvekilleri başta olmak üzere pek çok seçkin zevat en ön saflardaydı.
Hocaefendi “Sabahaddin Hocayı nasıl bilirsiniz” dediğinde hep bir ağızdan “iyi biliriz” diye uğultu koptu kalabalıktan.
Cumhurbaşkanı ve Başbakan sanki hocalarının kollarını tutar gibi, tabutun kollarını kavradılar.
Aklıma zamanın Bursa kadısıyken Üftade Hazretlerine talebe olan Aziz Mahmut Hüdai Hazretleri geldi.
Her seher erkenden kalkar hocası Üftade Hazretlerinin abdest suyunu ısıtırmış. Bir gün geç kalır.
Hava buz kesmektedir, su soğuktur. Hocasına ne diyecektir. İbriği bağrına bastırmış çaresizlikten öylece kalakalmıştır. Bir de ne görsün; suyu hocasının ellerine dökerken sudan buharlar yükselmeye başlar.
Hak dostu olup bitenin farkındadır;
“Bu su odun ateşinde ısınmışa benzemiyor, nerede ısıttın?”
“Gönül ateşinde sultanım”
Bu cevap üzerine Üftade Hazretleri, “Padişahlar peşin sıra yürüsün” diye dua eder ve onu İstanbul’a görevlendirir.
Bir gün dönemin padişahı I. Ahmet, onu atına bindirir ve kendisi de saray erkânıyla peşi sıra yürür.
Ulu Mabet tarihi günlerinden birini yaşıyordu. Evlad-ı Fatihandan bir mübarek zat Hakk’a yürüyordu.
Manzara müthişti.
Devletin zirvesinin elleri üzerinde sessizce gidiyordu. İçimden kaç faniye nasip olur diye geçirdim.
Başta Cumhurbaşkanı on binler peşi sıra yürüyordu.
O, Hakk’a yürüyordu.
*Değerli hocamız Sabahattin Zaim Beyefendi ve aziz dostum Ekrem Dumanlı Beyefendinin muhterem valideleri Makbule Dumanlı Hanımefendinin vefatları aynı hafta içinde yaşanmış ve bizi teessüre garketmiştir. Her iki acı kaybımız için de Allah’tan rahmet ve yakınlarına başsağlığı diliyorum.