On bir arkadaştılar…
On bir arkadaştılar…
Hava tipiye çevirmişti…
Rüzgâr, karanlıkta beyaz hayaletler gibi görünen vahşi dağların bağrını dövüyordu.
Şafak söktü sökecek…
El ele tutuşup yürüdüler karşı karlı dağlara doğru …
Arkalarında dağlar gibi acılar bırakarak…
Hepsi on bir arkadaştı…
Çocukluklarının geçtiği yerlere son bir defa baktılar .
İlçe derin uykudaydı… Okulları da…
Güneşle birlikte toprak damlardan yükselecekti feryatlar.
Yoksulluğun bir acı duman gibi bacalardan yükseldiği evler ve perişan aileleri kaldı geride…
Bir de arkadaşları Mehmet…
****
Güney Doğu’da dağlar arasında, adını yamaçlarındaki ağaçlardan almış küçük bir kasaba…
Dar gelirli insanların yaşadığı bu mütevazı kasabada yaşıyordu Mehmet ve ailesi.
Bir tek lisesi vardı kasabanın.
Mehmet, bu lisede okuyordu. Evleri kasabanın dışındaydı.
Her sabah ayakta lastik ayakkabılar, bir elde tahta çanta, diğerinde odun, düşerdi yollara. Düşerdi buzlu yollarda…
Kalorifer yoktu. Getirdikleri odunların ateşinde ısınırlardı.
Sekiz kardeşti Mehmet.
En büyük kardeşe alınan elbise ya da ayakkabı yırtılıp parçalanıncaya kadar diğer kardeşleri sırayla dolaşırdı.
İlkokulu bitirdiği yaz, kasabadaki Dostlar Berber Dükkânı’nda çırak olarak çalıştı. Yaz boyunca tıraş olanların elbiselerine dökülen kılları fırçaladı, dükkânın temizliğini yaptı.
Biriktirdiği parayla, ortaokul için elbise alacaktı.
Annesi, “Oğlum bir beden büyük alalım da ikinci sınıfta da giyersin” dedi.
Kırmadı annesini.
Okula başlarken ağabeyinin eski elbisesini giymek zorunda kaldı.
Çünkü aldığı elbise ancak Lise I’de bedenine denk gelmişti.
Okulda hemen her gün boykot olurdu. Türlü bahanelerle olaylar çıkar, boş geçerdi dersler.
Sayısal bölümde okumasına rağmen Matematik ve Fizik dersleri de sürekli boş geçiyordu.
Kimya öğretmeni ancak iki ay dayanabilmiş, istifa ederek ilçeyi terk etmişti.
PKK’nın özel günlerinde sıralar kırılarak bahçede yakılırdı. Halaylar çekilirdi etrafında ateşin.
Basket potasında yakılırdı traktör tekerleri.
Özel Harekât Polisinin okula gelmediği gün olmazdı.
Mehmet okulun futbol takımındaydı.
On bir arkadaştılar… Okullarını başarıdan başarıya taşıyorlardı.
Ayaklarında futbol ayakkabısını andıran lastik ayakkabılara rağmen, herkes seyretmeye koşardı onları.
Futbol onlar için bir tutkuydu ama birbirlerine daha tutkundular.
Mehmet forvet, Rıdvan’sa, takım kaptanıydı.
Antrenmanlarını, okul çıkışlarında ilçenin dışındaki toprak sahada yapıyorlardı.
Antrenmandan sonra da Rıdvan onları etrafına oturtur, Karl Marks’ın “Das Kapital”inden bölümler okurdu.
“Devletin Kürtlere zulmettiğini, onları yok saydığını, üniversiteyi kazansalar bile iş bulamayacaklarını” telkin eder dururdu .
Rıdvan’ın, PKK sorumlusu olduğunu çok sonraları öğrendiler.
Bot şeklindeki ilk spor ayakkabısını okuduğu üniversitenin başarılı öğrencilere verdiği Sümerbank alışveriş çekiyle alabildi.
Akşamları tertemiz siler, ayakkabılıkta değil yatağının başucunda tutardı.
Bir gün babasına iki misafir geldi. Mehmet konuşmalara kulak misafiri oldu.
Diyarbakır’dan gelmişlerdi. “Üniversiteye hazırlık dershanesi açtıklarını, zeki ve fakir öğrencileri barındırma imkânlarının olduğunu” söylüyorlardı.
“Üniversiteye hazırlık, üniversite imtihanları, üniversiteyi bitirmek… Bunlar zaman kaybından başka bir şey değildi. Bitirse de zaten iş vermezlerdi ki…”
Mehmet babasına direnmenin bir faydası olmadığını biliyordu.
O gün Mehmet’in hayatında yeni bir dönem başladı.
Cuma günleri okul çıkışı Diyarbakır’a gidiyor, Pazartesi günleri geri dönüyordu.
Hafta sonları gündüz dershanede, akşamları yurtta dolu dolu vakit geçirirken Rıdvan’ın kendisine anlattıklarını da gözden geçirme fırsatı buluyordu.
Dershanedeki Kimya Öğretmeni Hasan Hüseyin Bey’i ve Yurt Müdürü Hüsnü Bey’i çok sevmişti.
“Kürt, Türk, Alevi, Sünni herkesin kardeş olduğunu; herkesin aynı vatanı, bayrağı, dini, dili gayeyi ve ülküyü paylaştığını” anlatıyorlardı.
Bu vatanı birlikte savunduklarını, Cumhuriyeti birlikte kurduklarını da.
Bir gün okula geldiğinde takım arkadaşlarının sıraları bomboştu.
Rıdvan hepsini ikna etmiş, dağa çıkarmıştı.
Kürtlere yapılan haksızlıklara özgür dağlardan baş kaldıracaklardı.
Önce Beka Vadisi’ne eğitime götürülmüşler, sonra o dağ benim bu dağ senin… .
Arkadaşlarının ayrılığı bağrını dövüyordu Mehmet’in;
“Dağlara sevdalı bu insanlar, artık birer teröristti.”
“Yuvasız kuşlar gibi üşüyorlardı karlı dağlarda.”
“Arkadaşlarımı kandırdılar!” diye kahroluyordu Mehmet.
Ölüm beklerken onları pusuda, onlar ölüm kovalıyordu dağlarda.
Karşı dağlarda, geceye sıkılan kurşunlar anaların yüreğinden geçiyordu. Rüzgârlar ölüm kokuları taşıyordu yoksul evlere.
Her eve düşen gün görmemiş acılar, her yüreğe değen bir ateş vardı buralarda.
Ölüm kusan dağlar aldıklarını üç ay içersinde acıların kundağına sarıp geri verdi.
Soğuk bir kış gecesinde karlı dağlardan ateş düştü anaların yüreğine.
Aldıklarını, aldığı gibi vermedi ki kanlı dağlar…Tek tek cesetleri geldi hepsinin.
Gözüne şarapnel parçası değdi de, sadece Şeyhmuz kaldı geride; o da müebbet şimdi.
Dalga dalga acılarla devrildi karlı dağlar toprak damların üzerine.
Her cenaze gelişinde ilçede olaylar çıkıyor, yüzlerce insan aylarca gözaltında kalıyordu.
Her arkadaşı geldiğinde, bir kere daha ölüyordu Mehmet.
“Diyarbakır’dan neden geç gelmişlerdi.? Onları da kurtaramazlar mıydı?
İşte hepsi ölmüştü. Hiç biri yoktu şimdi. Ebediyyen kaybetmişti onları…
Üç ay öncesine kadar birlikte top koşturuyorlardı toprak sahada.
Onların da yıldızlara ulaşan umutları, aşkları ve hayalleri vardı. Dağlarda kanlı dallara takılı kaldı hepsi…
Ölenler, geride kalan anne babalarını da perişan ediyor; cenazelerin yakınları, yapılan baskılardan dolayı, Adana, Mersin gibi şehirlere göç etmek zorunda kalıyordu.
Kırık dökük eşyalarıyla birlikte, yüreklerindeki dağ gibi acılarları da sırtlanarak terk ediyorlardı doğdukları toprakları.
Hayat bu insanlar için o kadar acı ki… Sevmekten bile korkuyorlar…Öperken ısırılmıştı güneş kavruğu yanakları.
Mehmet, karar vermişti, öğretmen olacaktı. Bu çocukları kurda kuşa kaptırmayacaktı.
Mehmet, o yıl tıp fakültesinin üstünde puan aldı ama Matematik Bölümü’ne kayıt yaptırdı.
Doğunun en çok eğitime, basiretli ve şefkatli öğretmenlere ihtiyacı vardı.
O şimdi Doğu’da öğretmen…Memleketine sevdalı…
Geçen gün, varoşlardaki çocukların eğitimiyle ilgili bir projeyle, gelmiş İstanbul’a.
Teröre verdiği arkadaşlarının hüznüne belenmiş yüzü…
“Biz on bir arkadaştık, abi” derken görmeliydiniz yüreğini yumruklayan acılarını…
Sahi, onlar on bir arkadaştılar…Teröre doymayan dağlar mı aldı onları, yoksa biz mi verdik?
Onlar on bir arkadaştılar…