Güneş yeni bir çağa doğar
İstanbul, Fatih’in çocukluk aşkıdır.
Babası 2. Murat, fethin kendisine nasip olması için Hacı Bayram Veli Hazretleri’nden dua talep etse de, “Fetih, (küçük Fatih’i işaret ederek) bu çocukla benim köseye(Akşemseddin) müyesser olacaktır” cevabını alır.
Bir bahar sabahı Fetih Ordusu, kösler eşliğinde koyulur yola.
Herkes mutlu, herkes sevinçlidir
Gelincik tarlalarının büyülü güzelliği, kır çiçeklerinin kokuları sarmıştır dört bir yanı.
Bütün Bahar çiçeklerinin baygın ve kokulu koridorundan geçilerek aşılır tozlu yollar.
Yollarda karşılaşılan çeteler bir bir bertaraf edilir.
Uzun bir yürüyüş sonrası surların silüeti görünür
Surların sağlamlığı ve ihtişamı bazı zayıf ruhlu askerlerde ürperti hasıl etse de, Mehteran fetih marşı çalmaktadır.
Fetih Ordusu 5 Nisan’da İstanbul’a ulaşır ve Otağ-ı Hümayun Topkapı önlerine kurulur. Beklenen vakit gelmiştir.
Bizans’ta korku ve kaygı başlamıştır
Bizans İmparatoru bir dizi tedbirler almaya başlar.
Papa’ya mektup yazarak, yardımı karşılığında, Ortodoks ve Katolik kiliselerinin ittifakından söz eder.
Ortodoksların ileri gelen ruhanileri; “Bizans’ta Katolik serpuşu görmektense, Müslüman sarığını tercih ederiz” diyerek karşı çıksalar da, yardım sözü gelir.
İmparator, yardım karşılığında bazı bölgeleri ve toprakları elden çıkarır.
Surlar sağlamlaştırılır.
Haliç’in ağzı kalın zincirlerle kapatılır
Surların mazgallarına silahlı askerler yerleştirilir.
Diplerine derin çukurlar açılarak suyla doldurulur.
Surlara tırmanmaya yeltenenlerin üzerlerine dökülmek üzere, kızgın yağ kazanları hazırlanır.
Fatih, İmparatora haber gönderir.
“Karşı koymazsanız, dinimiz, size sadece iyiliği emreder”
İmparator, elçiye, “Padişahına söyle kendini ateşe atmasın” der. Cevap elçiden gelir:
– “Biz ateşi seven bir toplumuz.”
Haliç’teki kalın zincirler geçilemez, Kaptan-ı Derya Süleyman Paşa, Cenevizliler’in güçlü gemilerine direnemez.
Surlara yaklaşmak bile imkansızdır.
Fatih hırsından atını denize sürse de yapılacak bir şey yoktur.
Bizans ‘kusursuz bir plan’ yapmıştır.
Fatih sık sık vezirleri, paşaları toplasa da Zağanoslar, Çandarlılar çaresizdir…
“Tabiat şartları ile savaşmamızı iste ama bizden İstanbul’u isteme” derler.
Fatih son derece kararlıdır. “Ya İstanbul beni ya da ben İstanbul’u…”
Çocuk yaşta düşmüştür İstanbul aşkı gönlüne.
Kaç gece sabaha değmiştir de, uyku değmemiştir güzel gözlerine.
Çünkü İstanbul hayali değmiştir o gözlere.
Orduy-u Hümayun’un Topkapı’ya ulaştığı günlerdedir…
Fetih askerlerinden Selim Efendi günlerce süren yolculuktan yorgun düşmüştür.
O gece bir rüya görür.
Üzerinden yaklaşık bir ay geçen sırlarla dolu sadık rüyayı, önce salih bildiği bir Zât’a anlatır:
Alaca karanlıkta bir dumanlı vadinin tam ortasındadır.
Yolların kesiştiği bir kavşakta, onca kalabalığın arasında, çok iyi korunan Fatih kaçırılır.
“Fatih kaçırıldı! Sultanımız kaçırıldı!” feryatları yükselir kalabalıktan.
“İstanbul’u alma sevdası Fatih’in sonu oldu” diye askerler ağlaşırlar.
Fatih’i Akşemseddin’in kaçırdığına dair, her tarafta dedikodular yayılır,
Akşemseddin çok üzülür.
Komplo teorileri ile kıyametler kopmaktadır.
Akşemseddin; Fatih’i, çok sevdiğini, onu kaçırması için bir sebep bulunmadığını anlatsa da askerin arasında günlerce bu konuşulur.
Ortada çok sıkıntılı bir durum vardır.
Bu kargaşayı fırsat bilen ne kadar kötü niyetli kimseler varsa, hepsi ortaya çıkar.
Saflar iyice ayrışır.
Vadide göz gözü görmez..
Dağlardaki kurtlar vadiye inmiş, kalplere ürperti salan ulumalarıyla gecenin karanlığını yırtmakta,
Müthiş bir fırtına vadiyi kasıp kavurmaktadır.
Deliklerinden çıkan her renkten yılanın ıslıkları fırtınanın uğultularına karışır. Vadi, gecenin karanlığında sinsi yılanların renkli danslarıyla korkunç bir hal almıştır. Herkes, sağa sola kaçışmaktadır.
“İşte İstanbul sevdasının sonu” sözleri dökülür sinsi ve alaylı dudaklardan.
Selim Efendi, bir anda kendini bir medresede bulur.
Akşemseddin de oradadır.
Derken iç kapılardan biri açılır ve Fatih çıkar.
Selim Efendi kendi kendine “Kaçırmadım dese de, Fatih’i Akşemseddin kaçırmış” diye geçirir içinden.
Fakat Fatih’in rahat hareketleri dikkatini çeker Selim Efendi’nin.
Fatih o kadar rahattır ki, hiç kaçırılmış bir insan hali yoktur.
Selim Efendi:
– “Sultanım dışarıda kıyamet kopuyor, sizse çok rahatsınız” der.
Fatih elini Selim Efendi’nin dizine koyarak:
– “Beni kaçırmadılar, bulunduğum konumdan dolayı mana âleminden çağırdılar.
Akşemseddin ısrar etmiş çağırılmamı da.
Mana âlemindeki mecliste dev bir ekrandan bana başımıza gelecek her şeyi gösterdiler. Bizanslıların planları kelimenin tam anlamıyla kusursuz bir plandı. Yani senin anlayacağın, tam bir Bizans planı.
Ben, planın kusursuzluğu ve dehşeti karşısında ürperdim.
Bana; “Allah’ın eli var bu işte, Bizans planlarının kusursuzluğu karşısında O’nun inayet ve yardımı devreye girdi. Biz de sana bundan sonra nasıl hareket edeceğini anlatacağız” dediler.
Bir bir her şeyi anlattılar bana. O anda sırtımdan dağlar kalkmıştı sanki. Kendimi çok rahat hissettim, şu andaki rahatlığım da ondandır.
Artık nasıl hareket edeceğimi ne yapacağımı çok iyi biliyorum.
Yoksa ben, çıldıracak noktaya gelmiştim.
Hangi veziri nereye koysam, surlara ulaşmak için hangi yolu kullansam, zincirleri nasıl keseriz, kale kapıları nasıl açılır gibi hususları düşündükçe geceleri uyku değmiyordu gözlerime.”
Sonra Selim Efendi’ye elindeki kağıdı gösterir. “Bak, bu dualar Akşemseddin’in bizim muvaffakiyetimiz için talebeleriyle sürekli okuduğu dualarmış. Benim ve askerlerimin de bu duaları okumasını istedi.”
Elindeki kağıtta, bazı günlerde neler olacağı da yazılıdır. En altta “29 Mayıs İstanbul’un Fethi” yazmaktadır.
Fatih, Selim Efendi’ye “Bizans’ın ileri gelenlerinin akıbetini merak ediyor musun?” diyerek, onu az önce çıktığı odaya götürür.
Odanın içi, üzerlerine beyaz örtüler örtülmüş, yarı canlı yerde yatan insanlarla doludur.
“En baştakini hemen tanıdım” diyor Selim Efendi.
“Bizans planını hazırlayan kişiydi.”
“Acınacak bir durumu vardı”
Fatih; “Bak işte, Allah bunların hepsini bu hale getirdi” der.
Fatih artık ne yapacağını çok iyi bilmektedir. Başka çare yoktur.
Gemiler karadan yürütülecektir.
Havan topları havada kavisler çizerek surlarda delikler açmaya başlamıştır bile.
Bizans şoktadır.
Bir müddet sonra gündüzleri açılan delikleri, geceleri tamir etme imkanı da
kalmamıştır.
Fatih, Bizans’ın neden bu kadar direnebildiğini merak eder. Bir vezirinin ihanetini öğrenince yıkılır ama affetmez.
Hocası Molla Gürani, Fatih’in huzuruna gelir ve “Sultanım! İşte talebelerimle beraber kefenlerimizi de giydik, fetih size müyesser olacaktır” der.
Nihayet surda açılan bir gedikten giren Ulubat’lı Hasan, bayrağı İstanbul surlarının tepesine diker ve;
“Allah’ım diktiğin bu bayrağı indirme” diye dua ederken, dudaklarda hüzünlü bir tebessüm vardır. Çünkü asırlar önce “O ne güzel askerdir” sözünün sahibi, başucunda ona gülümsemektedir.
Merhum Necip Fazıl bunu:
“Surdan bir delik açtık mukaddes mi mukaddes
Es deli rüzgar hangi yönden esersen es” dizeleriyle dile getirir.
Bayrak burçlarda dalgalanırken, henüz şafak vaktidir.
Vakit tamamdır… Gün ışımakta… Surlar yeni bir sabaha uyanmaktadır.
Ve 29 Mayıs sabahı güneş, yeni bir çağa doğar.