HARUN TOKAK

Bir türkü tutturmuş gidiyor bozkırda…

Burası Tanrı Dağlarının etekleri…

Kahramanlar ülkesi…

Destanlar diyarı…

Adsız Oğlan’ın vatanı;

Kırgızistan…

Başkent Bişkek, kar, bozkır, rüzgâr kokuyor…

Bozkır üşüyor…

Bişkek titriyor…

Bişkek caddelerindeki dev panolarda “Adsız Oğlan” Cengiz Aytmatov’un resimleri var;

iki elini birden yanağına koymuş bize bakıyor.

Sonsuz bir gülümseme gökçek yüzünde.

Bişkek’in caddelerinden gülümseyerek üstümüze gelen Adsız Oğlan, bozkırda başını almış gidiyor.

Sarıözek bozkırında…

Bozkırda günbatımı…

Bozkırda trenler…

Doğudan batıya, batıdan doğuya gidip gelen trenler…

Gurup yangın yeri…

Adsız Oğlan başını almış gidiyor.

Sarıözek bozkırında bir türkü tutturmuş durmadan gidiyor:

“Başın öne eğilmesin

Aldırma gönül aldırma.”

Bozkır ağlıyor ardından…

Al yazmalısı, Selvi Boylusu ağlıyor.

Asya’sı ağlıyor.

Bozkırda bir ağaç…

Bir başına…

Uçsuz bucaksız bozkırda, nöbet bekliyor.

Rüzgârın ıslıkladığı, rüzgârın kıskıvrak yakaladığı ağaç, sağa sola sallanıyor.

Evladının ardından ağıt tutan, yüreği kopan bir ana gibi…

Bozkırda bir adam yürüyor…

Bir başına…

Paltosunu çekmiş başına…

Ellerini sokmuş cebine, acıları yüklemiş sırtına bir adam yürüyor.

Ruslar’ın efsanevi kahramanı Danko gibi yüreğini eline almış, yürüyor.

Günbatımına doğru…

Güneşle yarışırcasına…

Güneş kızıl atıyla, o beyaz atıyla…

Mağribe doğru koşuyorlar…

Sarıözek Bozkırında akşam oluyor…

Rüzgâr, uzun hava ağıt gibi esiyor.

Adsız Oğlan ağlıyor ama ağladığını kimse görmüyor.

Hiçbir şeye aldırmaksızın… Öylece

Bir türkü tutturmuş bozkırda bir başına yürüyor:

“Ağladığın duyulmasın

Aldırma gönül, aldırma.”

Sanki rüzgârla yarışıyor.

Bozkırda yılkılar bir birine sokulmuş, koşuyorlar…

Köyler var uzakta…

Bozkırın bağrına sokulmuş köyler…

Bacalarından duman tüten, pencereleri mavi evler…

Bozkırı bekleyen evler…

Bir adam bir türkü tutturmuş durmadan gidiyor…

“Görmesen bile denizi

Yukarıya çevir gözü”

Başını paltosunun içine saklamış guruba doğru gidiyor,

ufka doğru gidiyor,

beyaz atıyla gidiyor.

Bozkır üşüyor, bozkır ağlıyor…

Bozkır yanıyor, bozkırda akşam oluyor.

Siyah bir perdenin ardından, bir bir başını çıkarıyor yıldızlar.

Yıldızlar yaklaşıyor,

yıldızlar eğilmiş bozkıra bakıyor.

Adsız Oğlan yıldızlara dokunuyor, yıldızlarla konuşuyor…

Başı Tanrı Dağları kadar dik,

alnı, Alatoo Dağları kadar ak…

Bir adam yürüyor bozkırda…

Bozkırları mektep yapan öğretmen Duyşen yürüyor.

Guruba doğru yürüyor.

Bir başına yürüyor.

Bir türkü tutturmuş yürüyor:

“Deniz gibidir gökyüzü

Aldırma gönül, aldırma.”

Daha çocuk yaşındayken babası, halk düşmanı diye bilinmeyen diyarlara sürgüne gönderilen; Adsız Oğlan,

yetim çocuk,

yalnız çocuk,

“Beyaz Gemi”sine gidiyor.

Babasının, siyah zindanlardan gönderdiği selamı, kırk yıl sonra alan Adsız Oğlan babasına gidiyor.

Yüreğinde acılar, gökçek yüzlü bir yiğit gidiyor.

Gittikçe uzaklaşıyor.

Kızıl ufuklarda kayboluyor…

Bozkırda bir türkü tutturmuş gidiyor:

“Mecnun gibi çok ağladım çöllerde”

Ferhat gibi Şirin yardan ayrıldım.”

Yıllarca “Asya”sından ayrı kalan, bozkırları ayağa kaldıran Adsız Oğlan gidiyor.

Bişkek caddelerindeki dev panolarda gökçek yüzüyle üstümüze gelen Adam, bozkırda durmadan bizden uzaklaşıyor.

Bir asra yakın göklerde süzülen edebiyat dünyasının güzel kuğusu, bozkırda son şarkısını söylüyor.

Issız bozkırları ayağa kaldıran ses; bozkırlarda kısılıyor, ufuklarda uzaklaşıyor.

Asya’nın gözü Issık Göl, ardından bakıyor…

Adsız Oğlan’ın yittiği göl, yitik oğlunun ardından ağlıyor.

Şeker Köyü’nden kanatlanan hüzünlü kuğu gözlerden kayboluyor.

Acılara, zulümlere, savaşlara, haksızlıklara baş kaldıran Adsız Oğlan gidiyor. Ezilmeye, köleliğe baş kaldıran ,

“Başka ilde sultan olmaktansa, kendi ilinde ultan (tutsak)” olmayı tercih eden, buz kesen bozkırlarda özgürlük kıvılcımlarını tutuşturan,

Demir Perde’yi özgürlük çığlıklarıyla sarsan Adsız Oğlan…

Anadolu’dan Asya’ya koşan Önden Giden Atlılar’la, okuluna kavuşan,

Kırgız Kültürünün küllerinden yeni bir kıvılcım tutuşturan,

Yerli motiflerle evrensel bir zevk oluşturan,

Kırgızların efsanelerini, mitolojilerini, masallarını, destanlarını dünyaya tanıtan;

Yıldırım Sesli Manas’cı gidiyor.

Tıpkı,”izm’ler, beynimize geçirilmiş deli gömlekleridir” diyen Cemil Meriç gibi; başına tuzlu deriler geçirilerek insanların mankurtlaştırılmasına, kendi kültüründen ve inançlarından uzaklaştırılmasına isyan eden Adsız Oğlan, kızıl ufuklarda kayboluyor.

Issık Gölü, Tiyen -Şan dağlarını, Sarıözek Bozkırlarını, Talas Vadisini, Dolon Geçidini, Yenisey Irmağını dünyaya tanıtan Adsız Oğlan, gittikçe uzaklaşıyor…

Bozkırdaki rüzgârlar, saçlarını dalgalandırıyor.

Dağlardaki ozanlar, hüzünlü türkülerini söylüyor.

Adsız Oğlan çok özlediği Anasına gidiyor…

Kocasını bir ömür boyu bekleyen anasına…

Kırk sene sonra sürgünden kocasının selamı geldiğinde de dört yıl önce ölmüş olan anasına…

O acılı günler her aklına geldiğinde, ilerlemiş yaşına rağmen bir çocuk gibi ağlayan “Allah’ım! Bu acılı günleri değil insana, hayvanlara bile verme.” diye dua eden acıların insanı Adsız Oğlan gidiyor.

Toprağa doğru gidiyor…

Toprak Ana’sına gidiyor…

Toprağı bir yorgan gibi üzerine çekmeye gidiyor…

Toprak Ana’sının daha ilk sayfasında;

“Babacığım! Ben sana bir anıt dikemem, nerede olduğunu bile bilmiyorum” diyen yetim çocuk babasına gidiyor.

Ata-beyt’e gidiyor.

Annesi ve kardeşleri ile yıllarca, “ha bu gün ha yarın gelir,” diye babasını bekleyen, Asya’nın yetim çocuğu; babası gelmeyince, babasına gidiyor.

Sırtında, acılarla dokunmuş beyaz bir gömlek…

Bozkırda beyaz atıyla…

Bir türkü tutturmuş ki değme gitsin…

“Değmen benim gamlı yaslı gönlüme

Ben bir selvi boylu yardan ayrıldım”

Al yazmalısı bakıyor ardından…

Cemile’si ağlıyor…

Bozkır ağlıyor…

Dünyada “baba” diyemediği insana;

“Babaaa! Ben geldim” demeye gidiyor.

Leave a Comment

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.