HARUN TOKAK

Benim Bir Hayalim Var

Erzurum’da güzel bir sonbahar günü…
Binlerce insan tarihin akışını değiştiren aydınlık ve bereketli bir ailenin ‘Hasbi’ fertlerinden birini daha son yolculuğuna uğurlamak için Lala Paşa Camii’nin avlusunu doldurmuştu.
Bu kutlu ailenin fertleri yer altı nehirleri gibi hep sessiz ve derinden akıyordu.
Onların isimleri yalnızca sevgiden yeni bir dünya kuran ağabeyleri Fethullah Gülen Hocaefendi’yle biliniyordu.
Bakanlarımız Recep Akdağ, Faruk Çelik, Bin Ali Yıldırım da camideydi.
Cenaze ile birlikte Korucuk Köyü’ne kadar da geldiler.
Bütün bir dünyaya yetecek kadar bağrında ışık ve sevgi barındıran Korucuk Köyü, Erzurum yaylalarının eteklerinde oldukça mütevazı bir köy.


Hasbi Ağabey, bazı yerleri tahta bazı yerleri suntadan yapılmış toplama bir tabutun içinden alınarak babası Ramis Hoca’nın yanına kondu.
Üzerine atılan her bir toprak parçası onu bizden biraz daha ayırdı. Kürek sesleri, Kur’an seslerine karıştı.
Hocaefendi’inin her defasında duygulanarak anlattığı dedesi Şamil Ağa ve eşi Munise Hanım’da aynı hazirede yan yana sükun içinde yatıyorlardı.
Hazin bir sonbahar rüzgarı dallarda hıçkırıyordu.
O an düşündüm ki Hoceefendi burada olmayı kim bilir ne kadar arzu etmiştir.
Geçmişin nice güzel günlerinin şahidi bu köyde doğmuşlar, çocuklukları bu köyde geçimiş, ilkokulu bu köyde okumuşlardı.
Şimdi kardeşinin çıktığı bu son yolculukta yanıda yoktu.
Kimbilir kaç yıldır bir birlerini görmemişlerdi.
Yad ellerde yaşarken sevdiklerini bir bir kaybetmek nasıl bir duyguydu.
O an düşündüm ki her gece kendisini, bir zamanlar koyunlarla, kuzularla dolaştığı şu ovalarda, kırlarda, yaylalarda görüyordur.
Şu içtiği pınarlar, çaylar en tatlı şırıltılarla yüreğinden akıyordur.
Hasbi Ağabeyimizi uğurladıktan sonra Hocaefendinin doğduğu eve uğradık.
Bir zamanlar Refia Anamız’ın gündüz köyün kızlarına, gece de Hocaefendi’ye Kur'an öğrettiği ev hüzünden bir anıt gibi öylece duruyordu.
Sonra, “bir zamanlar gide gele eşiğini aşındırdığım” dediği Hocaefendi’nin okuduğu ilk okulunu gezdik.
Öğretmeni Belma Hanım’ın onun için söylediklerini dinledik.
O okulda seccadesini serip daha o yaşta namaz kıldığını görünce, cesaretine ve ibadete düşkünlüğüne hayran olan Belma Öğretmen’in; “Karşımda Galata köprüsü üzerinde yürüyen bir teğmen görüyorum, ilerde Fethullah büyük bir adam olacak” dediğini öğrendik.
Doğrusu son derece basiretli bir öğretmenmiş.
Bu mütevazı köyden çıkan bir insan bu gün, gurbetleri mekan tutma zorunda bırakılmışsa da, düşünceleriyle, adanmışlığıyla bütün bir dünyayı etkiliyor.
Geçtiğimiz aylarda aramızdan ayrılan Vatikan İstanbul temsilcisi George Marovich’in mahkemede söylediği sözler düşüyor hatırıma.
Hakimin “Gülen’le nasıl tanıştın?” sorusuna cevabı:
“Onu önce basından tanıdım, fikirleri dikkatimi çekti. Sonra yakından tanımak istedim.Altunizade’deki ikametgahına gittim. Yakından tanıdıkça daha çok sevmeye başladım. Hakim Bey, o sadece Müslümanlara , sadece Türkiye’ye lazım biri değildir, o aynı zamanda bütün bir insanlığa lazım biridir. Dünyanın onun fikir ve düşüncelerine çok ihtiyacı var.”
Bu gün dünyada pekçok entellektüel; eğer birgün farklı inanç ve ırkların insanları, siyahlar ve beyazlar, el ele tutuşarak güneşe yolculuk yapacaklarsa Hocefendi’nin fikir ve düşünceleri ışığında yetişen nesillerin bunda büyük bir rol oynayacağını düşünmektedir.
Öyle anlaşılıyor ki ihtiyar dünyamızın son bir bahara doğru yürümesinde Türkiye öncü rol oynayacaktır.
Onun için Türkiye bu gün pek çok ülke için bir model, bir hayal ülkedir.
Bu durum, “gelecek yolculuğunu” ülkenin siyasi ve gönül mimarlarının birlikte ve el ele katetmesini zorunlu kılıyor.
İşte Hasbi Ağabeyimizin aramızdan ayrılışıyla bir hayli zamandan beridir hemen herkesi derinden üzen bir yaranın derinde değil de deride olduğu görüldü.
Sayın Başbakanımız hemen her kesimi memnun eden hatta bazılarına sevinç gözyaşları döktüren bir zerafetle uzaklardaki Hocaefendi’yi arayarak başsağlığı diledi, teselli etti.
Hocaefendinin bu samimi sesten son derece mutlu olduğu yayınladığı teşekkürün satırlarından taşıyordu;
“Yoğun gündemleri ve yorucu programlarına rağmen bizzat telefon ederek yaralı gönlümü teselli eden ve o berrak sedasıyla kadim dostluğumuzun sarsılmaz olduğunu bana bir daha hatırlatan vefa insanı Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan Beyefendiye şükranlarımı arzderim”
Bu cümleler bir teşekkürün çok ötesindeydi.
Yakından bildiğim için söylüyorum; Hocefendi kardeşinin vefatına çok üzülmüş, çok ağlamıştır. Gurbet gecelerinde odasına çekilerek saatlerce göz yaşı dökmüştür.
Sonbaharda dalından düşen bir yaprak karşısında bile duygulanan o büyük yürek, kim bilir kardeşini dünya gözüyle bir daha göremeyeceğinden ne kadar ızdırap duymuştur.
Hele cenazesinde bulunamayışına, kabrinin başında duramayışına, “baba oğlun Hasbi’yi yanına gönderdik” diyemeyişine ne kadar üzülmüştür.
Ama bütün bunlara üzüldüğünden daha çok başbakanımızın tesellisine sevindiğini düşünüyorum.
Bütün bir Türkiye Hocaefendi’nin sözlerinin teşekkürden çok öte olduğunun farkında olduğu kadar, Başbakanımızın aramasının da bir taziye ve tesellinin çok ötesinde olduğunun farkındadır; bu karşılıklı jestin milletçe çok muhtaç olduğumuz bir zamanda geldiğinin de.
Benim hep bir hayalim vardı.
Anasının ardından Kur’an okuyan bir başbakanı hep hayal etmişimdir. Allah’a hamd ederim ki o hayalim gerçek oldu.
Ama benim bir haylim daha var.
Gurbetleri mekan tutarak sevgiden yeni bir dünya kuran Hocaefendi’nin odasında bir çıkın içinde duran bayat vatan topraklarını değil de, kendi ülkesindeki taze vatan toprağını koklamasını da hep hayal etmişimdir.
Sönmeye yüz tutan umut fenerimizin Hasbi bir ruh vesilesiyle yenidencanlandığı şu günlerde bunun uzak bir hayal olmadığını düşünüyorum.
Daha atılacak adımlar olsa da bir Hasbi ruh nelere kadirmiş Allah’ım!
Mekanı cennet olsun…

Leave a Comment

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.