“Benim bir hayalim var!”
2005’in Sonbaharı…
Beyaz Saray’ın önü…
Amerika Birleşik Devletleri’nde binlerce kişi, tarihin akışını değiştiren kadına karşı son görevlerini yerine getirmek için uzun kuyruklar oluştururlar.
Başkan George Bush ve ülkenin önde gelen siyasetçileri sırayla naşı ziyaret ederler.
“Bu güne kadar Beyaz Saray’da iki siyahın cenaze töreni yapıldı.
İlki siyahların genç yaşta öldürülen efsanevi lideri Martin Luter King, ikincisi ise şu anda binlerce insanın önünde huzur ve sükun içinde yatan kadındır.”
Bayraklar yarıya indirilir.
Özgürlük mücadelesini bir otobüste başlatan kadın için, bütün otobüslerin ön koltuklarına siyah kurdeleler bağlanır.
Dışişleri Bakanı Alabama’lı Condoleezza Rice törende;”Eğer bu insan zamanında eşit haklar için mücadele etmeseydi, bugün muhtemelen böylesine önemli bir görevde olmayacaktım” der.
Kış ortası…
Montgomery Şehri’nde sokakların üşüdüğü günler…
1955’in Aralık ayı…
Afro- Amerikan bir terzi olan Rosa Parks, her zamanki gibi iş çıkışı hat otobüsüne koşar.
Ön kapıdan ücretini ödeyerek otobüsten geri iner ve koşarak arka kapıdan siyahların bölümüne geçer.
Boş bir koltuğa oturur.
Yorgundur…
Yorgunluğu çok çalışmaktan değil; aşağılanmaktan, ikinci sınıf muamelesi görmekten, insan yerine konulmamaktandır.
O yıllarda; siyahlarla beyazlar otobüslerde ayrı kompartımanlarda yolculuk yaparlar.
Çabuk davranmazlarsa parayı ödedikleri halde tekrar bininceye kadar otobüs hareket edebilir.
Beyaz yolcuların fazla olduğu zamanlarda siyahlar otobüsten indirilir.
Alt kısmı oksit sarısı, üst kısmı ise beyaz bir otobüs…
Montgomery Şehri’nin caddelerinde dura-kalka ilerler.
Biraz sonra beyazlara ait koltuklar dolar.
Bir beyaz, önde yer kalmayınca siyahların bölümüne gelerek ön koltuğun boşaltılmasını ister.
Alışık oldukları için ön koltukta oturan üç siyah, hiç itiraz etmeden hemen kalkarlar.
Aynı sırada oturan Rosa Parks ise pencere kenarına çekilmekle yetinir.
Beyaz adam, o koltuğa oturmaz.
Şoför gelerek kalkmasını söyler.
Rosa, “çok yorgunum” der,
“Hayır, kalkmıyorum.”
“Polis çağırırım”
“İstediğinizi yapabilirsiniz”
İşte bu “hayır” kelimesi siyahlar için bir kıvılcım olur.
Işığın göründüğü ufka doğru bir yolculuk başlar.
Özgürlük yolculuğu…
İlk durakta polisler karga tulumba indirirler Rosa’yı.
Ellerini polise uzatırken sanki özgürlüğe uzatırcasına sakindir.
Hapse atarlar.
Rosa Parks’ın da istediği de budur. Hiç değilse ruhu özgürdür.
Rosa’nın hapiste olduğunu duyan 26 yaşında bir genç, Alabama Eyaleti’nden Montgomery’ye gelir.
Adı Martin Luther King’tir.
Montgomery’de önemli bir topluluk oluşturan siyahların ileri gelenleriyle görüşür.
Uzun tartışmalardan sonra “Rosa Parks 0layı”nın bardağı taşıran son damla olduğu kararına varılır.
Böylece King’in öncülüğünde ABD tarihinin ilk sivil itaatsizlik eylemi başlar.
Toplu ulaşım araçları boykot edilir.
Bir yıl boyunca siyahlar işlerine yaya gidip -gelirler.
Montgomery felç olur.
Bir yılın sonunda Federal Yüksek Mahkeme, 1956’nın son günlerinde otobüslerde ırk ayrımcılığını yasaklar.
Irkçı beyazlar, Parks’ı ölümle tehdit ederler.
Hiç kimse ona iş vermeye yanaşmayınca, berber olan eşiyle birlikte memleketini terk eder.
1957’de Detroit’e göç etmek zorunda kalır ve bir daha dönmez.
Rosa Parks’ın 1955’te yaktığı özgürlük ateşi gittikçe büyür.
1963’de Washington DC’ deki yüz binlerin yürüyüşünde ve Martin Luther King’in, ABD’yi sarsan “Bir hayalim var benim” konuşmasında Rosa Parks da vardır.
Yürüyüşün son noktası olan Lincoln Anıtı önünde M. Luther King, bugün bile yürekleri titreten konuşmasını yapar;
“Bir hayalim var benim…
Gün gelecek, bu ulus ayağa kalkacak…
Bir hayalim var benim!…
Gün gelecek, bir zamanlar köle olanların evlatlarıyla yine bir zamanlar köle sahiplerinin evlatları, Georgia’nın kızıl tepelerinde, birlikte kardeşlik sofrasına oturabilecekler.
Gün gelecek, dört büyük çocuğum, derilerinin rengine göre değil, karakterlerinin yapısına göre değerlendirilecekleri bir ülkede yaşayacaklar…
Bizim umudumuzdur bu… Bu umutla Güneye gideceğiz. Bu inançla umutsuzluk dağlarını yontarak bir umut anıtı yapacağız. Ve bunu başardığımızda, her kasabadan ve köyden, her eyaletten ve kentten özgürlük şarkısının yankısını duyduğumuzda, o gün daha da yakın olacak ve Allah’ın bütün kulları siyahlar ve beyazlar, Yahudiler, Hıristiyanlar, Müslümanlar ve Budistler el ele tutuşarak siyahların eski bir ilahisini söyleyecekler.”
Sözlü edebiyatın şaheserleri arasında kabul edilen tarihi konuşma ABD’yi sarsar.
Yazın son günleridir.
Hatibin sözleri, bir bahar esintisi gibi gelmiştir siyahlara.
Bağırlarında biriktirdikleri acılarla gettolarına dönerler.
Washington DC Yürüyüşü sonrası Başkan John Kennedy, Martin Luther’i Beyaz Saray’da ağırlar. “Bir hayalim var benim” konuşmasını takdir eder.
Çok istemesine rağmen ırk ayırımına son vermek Kennedy’ye nasip olmaz.
Çünkü çok değil, üç ay sonra Kasım ayında Dallas’da bir su-ikasta kurban gider.
Siyahların hayali bir başka bahara kalır.
Ertesi yıl halefi Lyndon Johnson, siyahlarla, beyazların eşit haklara sahip olduklarını açıklar.
Kamusal alanlarda ırk ayrımcılığına son veren federal Sivil Haklar Yasası çıkarılır. Onu çalışma, eğitim, konut ve oy hakkıyla ilgili yasalar izler.
Böylece Rosa Parks’ın tutuşturduğu özgürlük kıvılcımı bütün bir Amerika’ya yayılır ve bütün siyahlar haklarına kavuşurlar.
Rosa Parks, bu direnişin sembolü haline gelir.
1990 yılında Nelson Mandela’ yı karşılayacak gruba davet edilir.
Resepsiyon sırasında Mandela kendisine sarılarak : “Hapiste olduğum yıllar boyunca benim desteğim oldun” der.
1994′ de İsveç Stockholm’de Rosa Parks Barış Ödülüne lâyık görülür.
1996 yılında Cumhurbaşkanlığı Hürriyet madalyasını ve Başkanlık Hürriyet madalyasını alır.
1999’da Time dergisince 20. yüzyılın insan hakları savunucusu seçilir ve 20. yüzyılın en önemli ilk 20 figürü arasında gösterilir.
1999 yılı başında da, Kongre’nin altın madalyasına hak kazanır ve bu ödülü Bill Clinton’un elinden alır.
Rosa Parks’ın ortaya çıkardığı özgürlük kahramanı Martin Luther King de 1964 de Nobel Barış Ödülü’nü alır.
Ve 2005’in Sonbaharı…
Beyaz Saray’ın önü…
Amerika Birleşik Devletleri’nde binlerce kişi, tarihin akışını değiştiren bu kadına karşı son görevlerini yerine getirmek için uzun kuyruklar oluştururlar.
Başkan George Bush ve ülkenin önde gelen siyasetçileri sırayla naşı ziyaret ederler.
Dışişleri Bakanı Alabama’lı Condoleezza Rice törende;”Eğer bu insan zamanında eşit haklar için mücadele etmeseydi, bugün muhtemelen böylesine önemli bir görevde olmayacaktım” der.
Düşünüyorum da…
O gün, Rosa Parks otobüsteki koltuğundan kalksaydı, bu gün Alabama’lı bir siyah olan Barack Obama, Beyaz Saray’daki Başkanlık koltuğuna oturabilecek miydi?
Bilmiyorum.
Bildiğim bir şey varsa, o da; “Benim bir hayalim var” diyenlerin hayalleri, gerçek olmuştur.