“Oleydi kalbi”
“Saba yeli estikçe Zeyd’in kokusunu alıyorum” diye hüzünlenir Hz Ömer.
Hz. Zeyd, Yemame’de şehit olmuştur.
İslam’ın sarp yokuşudur Yemame.
Nice yiğitler bu yokuşta yiğitçe yıkılmış, kanlı kanatlarıyla uçmuşlardır Cennete.
Hz. Ömer’in de şehidi vardır Yemame’de.
Aklına geldikçe ağlar Hz. Ömer.
Saba yeli estikce Zeyd’in kokusunu almaktadır.
Bir gün şair Mütemmem, Hz Ömer’i ziyarete gelir. O’nun kardeşi için duyduğu hüznü görünce, “Ey Ömer, Yemame’de senin kardeşin şehit olup Cennete giderken benim kardeşim yalancı peygamber Müseyleme’nin yanında yerini alarak Cehenneme gitti. Eğer benim kardeşim de senin kardeşinin gittiği yere gitseydi, ben ona hiç üzülmez ve hiç ağlamazdım”
Hz. Ömer, bunları bilmez değildi. O kaderi ilahiye çoktan razı olmuş birisiydi ama sevdiklerinden ayrılanın kalbinin hüzünlenmesi, gözünün yaşarması tabiatının icabıydı.
***
Bir ay boyunca biteviye yağan ışık yağmurlarına Ramazan’ın son günlerinde kanlı acılar karıştı.
Ağıtlar arşı tuttu.
En çok da anaların yüreğine ateş düştü. “Oleydi kalbi-kalbim yanıyor oğulcuğum-” sözü Anadolu’nun bütün yüreklerini yaktı.
Bir anaydı bunu diyen.
O analar, onları aynalı beşiklerde belemişlerdi. Büyütüp beslemiş, asker eylemişlerdi.
Terörü yok etmek isterken teröre kurban gittiler. Arkalarında her bir yüreğe Gabar dağından büyük acılar bıraktılar.
Terör, Türk’ün sarp yokuşu…
Terör, nice canların o yokuşta kayboluşu…
Terör, kana doymayan dağların analardan canlarını alışı…
Terör, köyünden kınalanarak uğurlanan yiğitlerin kanayan kanlarıyla karşılanışı…
Terör, Sevenlerin sevdiklerinden ayrı kalışı…
Terör, krizantem çiçeği gibi şehidin gülen dudaklarından kanını çekişi…
Kana doymadın be terör! Ne Türk dedin ne Kürt, ne Sünni dedin ne Alevi… Soldurdun güllerimizi.
Bu bayramda “güller ağlar, bu derdi güller anlar”.
***
Kalbimizdeki kahramanların beşi Kürt kökenli.
Gün sayıyorlardı.
Kalleşce pusu kurdular evlatlarımıza.
Kimi nişanlıydı.
Birinin nişanlısı tabuta sarılıp;”Gitme Sıddık’ım”diye yalvarıyordu.
Kiminin daha emzikte minik çocukları vardı.
Amcalarının kucaklarında tabutu göstererek “Babam burada yatıyor” diye ağlıyorlardı.
Kimilerinin kız kardeşleri vardı.
“Anne ağabeyime iyi bak, kalleşler onu bizden aldı, onu senin yanına gönderiyoruz.”diye şehidi, son çocuğunu doğururken şehit olan anasına emanet ediyordu.
Bir başka kız kardeş tabuta sarılıyor;
“Ağabey ne olur bir ses ver”
Şehit ses veriyor;
“Göğsümdeki kör kurşunu çıkarmayın, o benim madalyonum olacak, bir de benim için ağlamayın”
Vasiyetini tutamıyoruz şehidim. Tamam kör kurşunu kalbinden çıkarmıyoruz ama arkandan yetmiş milyon ağlıyor.
Şehitlerin kabri, bu milletin kalbidir.
Mehmet Kürt kökenli, Kasım Arap, Tahsin Türk… Hepsi Türk bayrağıyla örtüldü, hepsi o bayrak için öldü.
“Hangimizin ecdadı, feda olmadı yurda
Hangi bahçeden bir gül, solmadı bu uğurda”
Dağın yamacında topluca çektirdikleri son fotoğrafta arkalarında “Vatan bize emanet” yazıyordu.
“Biz can ciğer gibiyiz ölürsek birlikte ölürüz” diye yemin etmişlerdi.
Burası bizim vatanımız.
Bu toprak bizim.
Emanet yüreklerle bu vatan korunmaz.
Analar, çelik yürekli yiğitler göndermişti dağlara.
Şimdi o dağlardan şehitlerin kan kırmızı gül kokularını alıyor analar.
Bu bayram buket buket acılarla geldi.
Ateş her zamanki gibi en çok da düştüğü yeri yaktı.
En çok da onları büyüten anaları.
Anaların yanık yüreklerinden yükselen alevden harflerle Gabar dağlarına “Benim kuzumu geri ver Şırnak dağları” yazılı mahyalar asıldı.
Gazal Ana “Kocamandaye mini püçük- Memedo! evimin direği bizi bırakıp nereye gittin-”
“Onun hiç yüzü gülmedi babasını çocukken kaybetti, hamallık yaparak evimizi geçindiriyordu.
“Berhamin e piçuk kuştin-Küçük kuzumu katlettiler-”
“Oleydi kalbi, -kalbim yanıyor- yavrumu aldılar.”
Dilleri farklı ama acı aynı, ağıt aynı, öfke aynı.
“O çocuktu babası öldü. Şimdi onu da kaybettim kimsesizim, yetimim ben”
Bir ana “ben yetimim” diyorsa, söz bitmiştir. Ana yetimse, ana kimsesizse o ocak sönmüştür. O ev viraneye dönmüştür.
***
Sen kimsesiz değilsin anacığım! Acıların arşa değdi. Bu vatan için ölemediysek de seni kimsesiz, seni yetim bırakacak kadar da ölmedik. Evladını veremeyiz ama gözyaşını da mı silemeyiz ? Biz insan değil miyiz! Gözyaşlarından çıkan sıcak buğulardan gökte bulutlar oluştu. Yeter artık sen ağlama, sen şehit anasısın. Hamallık yapan oğlunu şehit verdiysen biz senin hamalın oluruz. Yetmiş milyon halk senin hamalın olur. Yıkılan evinin direği, ağlayan yüreğin oluruz. Yeter ki sen ağlama anam. Senin şehidin vatanına armağan gitti. Ramazan’da Rahman’a gitti. Cennetin yamaçlarından üfül üfül gül kokuları geliyor. Gözlerimizde şehit silueti, kulaklarımızda cennet ırmakları gibi onların sesi. Ya bir de hiç uğruna ölenlere ne demeli? Kırım’a giderken küffara katılana ne demeli? Cennet gibi yurdu bırakıp başka yurt peşinde koşanlara ne demeli?
Şair Mütemmim; “Ben sizin yerinizde olsaydım hiç üzülmez hiç ağlamazdım” diyor. Çocuğunu yurda alamadığımız bir poşulu amcanın üç ay sonra gelerek, “Siz almadınız ama dağlar aldı oğlumu; diri mi ölü mü bilmiyorum. Eğer Ahirette imansız karşıma dikilirse iki elim yakanızdadır” sözünü söyleyen bir babadır.
“Memo! Kalk oğlum yedi aydır seni görmüyorum, kalk bir kez daha beni kucakla” diyerek şehidine sarılan da bir babadır.
Bir ana tabuta el sallıyor.
Bir çocuk “Babaaaa!” diye ortalığı yıkıyor.
Bir asker şehide selam duruyor.
Anadolu koca bir göz olmuş ağlıyor.
Yüreğimize od düştü, yanıyor.
Bu bayram taşıyor yüreklerimiz.
Biz yürek taşıyoruz.