HARUN TOKAK

Son akşam yemeği…

Hepsi on iki kişiydi.

Bu onlarla son akşamıydı.

Son akşam yemeği…

Rönesans ressamlarının bolca resmettiği akşam yemeği.

Gülmeyenler bahçesinde gülleriyle birlikteydi.

Ecel, kapının dışında sabırsız bir at gibi kişneyip duruyordu.

Artık Allah’ı anlatamayacaktı.

Anlaşılamamıştı…

Havarilerinin yüzüne bakıp bakıp ağlıyordu.

Devrin kralları onu da saltanat peşinde sanmışlardı.

Ağlaması ondandı.

Havarileri bu ateşten yolu yalnız yürüyeceklerdi.

Dar geçitlerden geçecekler, mağaraları mekân edineceklerdi.

Yüzlerine bakmaya kıyamıyordu. Ertesi gün onları göremeyecekti.

“Kim Allah yolunda benim yardımcılarım” dedi. Havariler hep bir ağızdan;

“Biziz Allah yolunda yardımcıların” dediler.

Yerinden yavaşça kalktı…

Onların tek tek ayaklarını yıkadı.

***

Hz İsa (a.s)

Babasız oğul…

Takvimlerin kendisiyle başladığı oğul.

Yalnız çocuk…

Yetim çocuk…

Yeni bir yıla girerken takvimlerin yapraklarını kana bulayanları, çaresiz insanların kolunu kanadını koparanları, göklere yükselen feryatları, kucağında çocukları başlarına yağan bombalardan kaçan anaları görünce Hz Meryem Ana’mızın kundağındaki “babasız oğlu”yla kalabalığın arasından yürüyüşü düşüyor hayalime.

Mabede adanmış kadın, mabede doğru yürüyordu.

İffetine…

İbadetine…

Evladına düşkün kadın…

Kalabalığın arasında yürüyor,

Mescid-i Aksa’ya doğru yürüyordu.

Kucağında o babasız çocuk…

Kundağında o yetim çocuk…

Belki de evladının doğumuna sevinemeyen dünyadaki tek ana.

“N’olaydım, keşke bu iş başıma gelmeden önce öleydim, adı sanı unutulup gitmiş biri olaydım.” diyen ana.

Bir ana için bu sözü söylemek ne kadar zordur. …

Afif bir kadın için bütün zamanların en zor imtihanındadır bu.

Yeryüzü kızlarının ve kadınlarının sabır muallimidir o.

O dar yolların, dar kapıların kadınıdır.

Yürüyordu…

Kederden bir abide gibi yürüyordu.

Suskun…

Sırları saklayan kuyular kadar suskun…

Utangaç…

Derin kuyular kadar utangaç…

Alnı ak, başı dik…

Sükûnuna boğulmuş heybetli dağlar gibi mahzun.

Rabbinin “Neden mahzunsun?” diye sorduğu kadın…

“Bu çocuğu nereden peydahladın” diyenlere aldırmadan yürüyor,

Yumruklar inip kalkıyor, atılan taşlar kanla yere düşüyor ama o durmadan yürüyordu.

Atılan laflara, fırlatılan taşlara aldırmadan yürüyor. Bir melek sıyanetiyle yavrusunun üzerine abanarak yürüyordu.

Kutsal Kudüs topraklarında dünden bu güne ne değişti diye düşünüyorum.

Yine insanlar kan kusuyor.

Yine çocukları kucağında analar korkuyla kaçıyor.

Çocuklar kâbusla uyanıyor en tatlı uykularından.

Korku dalga dalga kabarıyor, Filistin topraklarını yutuyor.

Takvimlerin yaprakları bitiyor ama korkular, acılar hiç bitmiyor.

Silahların gölgesinde açan çiçekler hiç bahar görmüyor.

Korkuyla eziliyor acı çiçekleri.

Bir dilim ekmeğe, bir damla suya, bir kutu ilaca muhtaç insanlar.

Mevsimler hep kış mıdır bu diyarlarda? Kışta açan çiçekler gibi hep kar, hep korku mu yağar bu dallara?

Uçaklar bomba yağdırırken, kolu kanadı kopmuş çaresiz insanlar kan gölünde çırpınırken, beton blokların altında can verirken, vahşet, ekranlardan dalga dalga kabarıp üstümüze gelirken, hep o ayet geliyor aklıma;

“Bilmiyorsun onlar senden sonra neler yaptılar”

Bir gece, Güllerin Efendisi (a.s) sabahlara kadar diline dolar durur bu ayeti…

“Allah’ım! Azab edersen onlar senin kulların, eğer affedersen sen Azizsin, Hakimsin…”

Kim bilir kaç şafak kızıllığını onun gül kırmızı gözlerinden almıştır.

Sonra da sabah olunca sahabelerine;

“Ben Kevser Havuzu’nun başını tutarım. İnsanlar dalga dalga kendilerini suya atarlar.

Susuzluk ciğerlerini yakmıştır.

Ben de onlara kendi ellerimle nurdan kaselerle su veririm fakat bazı kimseleri melekler uzaklaştırırlar;

develerin sudan sürüldükleri gibi.

Ben çok dilgir olurum, çok üzülürüm;

‘Ya Rabbi onlar benim arkadaşlarım onlar benim ümmetim’ derim.

Cenabı Hak;

‘Sen bilmiyorsun senden sonra onlar neler yaptılar…’

Bu ilahi kelamın muhtevasında neler vardır bilemiyoruz ama bildiğimiz bir şey varsa, takvimlerin yaprağı yeni bir yılı gösterirken kutsal kadim topraklarda masum ve mazlum insanların başına yağan tonlarca bombalar mutlaka vardır.

İnsanlığın üzerine zulümle gelenler…

Topluca fırınlarda yakılmak dahil her türlü işkence ve acıyı iliklerine kadar yaşadığı halde, insanlığın bağrına acı tohumları ekenler,

Göklere yükselen feryatlardan haz alanlar…

Kadim topraklarda dökülen kanlar mutlaka vardır o “sen bilmezsin” ikazında.

Peygamberlerin kutsal topraklara ektikleri sevgi tohumlarını yok ettiler. Sevgiye hasret yürekleri parçaladılar.

Çocukların geleceğini, gençlerin hayallerini çaldılar.

“Bilmiyorsun senden sonra neler yaptılar.”

Güllerin Efendisi (as); Ashabına mahşerdeki bu tabloyu anlattıktan sonra;

“Ben de Salih kul Hz. İsa gibi derim.

Cenabı Hak Hz. İsa’ya buyurur ki;

‘Ya İsa! Sen mi dedin insanlara;

“Beni ve anamı ilah edinin” diye’

‘Ya Rabbi sen de biliyorsun ki ben böyle bir şey demedim…’

Sonrada;

‘Ya Rabbi! Eğer sen onlara azap edersen onlar senin kullarındır.

Eğer affedersen sen Azizsin, Hakimsin, affedicisin…’ der.

Geceler boyunca Güllerin Efendisi(a.s)nin diline dolanır bu sözler. Sabahlara kadar tekrar eder durur bu ayeti.

Kaynak aynıdır.

Vahiy ırmağı aynı kaynaktan çağlamaktadır.

Çarmıhların peygamberi mahşerde bile kavmi için ağlıyordu.

” Azap edersen onlar senin kulların” diyerek, Allah’ın merhametine dokunuyordu.

Kavmi ise onun için çarmıhlar hazırlıyordu.

Yaşadığı evin etrafından çekiç ve keser sesleri duyuluyordu.

En iyi çarmıh için yarışlar yapılıyordu. Ecel bir at gibi evinin kapısında kişneyip duruyordu.

O kendine hazırlanan çarmıhların arasında Allah’ın dinini anlatmaya çalışıyordu.

Gözlerinin önünde Peygamber olan iki akrabası Hz Zekeriya ve Oğlu Hz Yahya hunharca öldürülmüşlerdi.

Hem de haksız yere…

Sıranın kendisine geldiğini çok iyi biliyordu.

Onu koruyacak bir babası da yoktu.

O, doğuştan yetimdi.

Babası hiç olmamıştı.

Zalimler, zulümleriyle dalga dalga geliyordu.

Hz İsa (as), bir sonraki gün öldürüleceğini anladığında, inanlarını topladı.

Hepsi on iki kişiydi. Havarilerinin yüzüne bakıp bakıp ağlıyordu.

Devrin kralları onu da saltanat peşinde sanmışlardı.

Ağlaması ondandı.

Havarileri bu ateşten yolu yalnız yürüyeceklerdi.

Dar geçitlerden geçecekler, mağaraları mekân edineceklerdi.

Yüzlerine bakmaya kıyamıyordu. Ertesi gün onları göremeyecekti.

“Kim Allah yolunda benim yardımcılarım” dedi. Havariler hep bir ağızdan;

“Biziz Allah yolunda yardımcıların” dediler.

Yerinden yavaşça kalktı…

Onların tek tek ayaklarını yıkadı.

Bu onlarla son akşamıydı.

Son akşam yemeği…

Son…

Yeni yılda acıların son bulması dileği ile…

Leave a Comment

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.