Lefter
Lefter
1996 kışı…Philedelphia’da bir akşam vakti.
Rüzgar önüne kattığı her şeyi savuruyor. Akşamın alaca karanlığında kar lapa lapa yağıyor. İnsanlar dışarıdaki kara, fırtınaya aldırmaksızın, birer ikişer bahçe kapısından içeri süzülüyorlar. Philedelphia Türk Kültür Merkezi’nde her zamankinden farklı bir hareketlilik vardı. Burası tek katlı mütevazi bir mekan. Ara sıra Philedelpia’daki Türkler burada toplanır hasret giderirler.
O gece, önemli bir konuşmacı beklenmektedir.
Anadolu kokan bu mütevazi salona kısa süre içinde 30-40 kişi toplanır. Salonda samimi bir hava vardır. Dışarıda yağan karın güzelliği sokak lambalarının ışıklarında harelense de, içeride Anadolu’dan gül kokuları taşıyan bir bahar vardır.
Salonun camları içerinin sıcaklığından buğulanmıştır. Beklenen misafir de biraz sonra gelir. Gelen meşhur bir avukattır.
Sıra tanışma faslına gelince birkaç kişi hariç, salondakilerin neredeyse tamamının Giresun’lu olduğu anlaşılır. Avukat Bekir Bey meraklanır; “Herkes Giresunlu mu burada?” Onun merakını dinleyiciler arasında oturan postacı Mehmet giderir. Bir bir anlatır Giresun’luların bilcümle Philedelphia hikayesini:
“I.Dünya Savaşı’ndan sonra Rumlar bölgeyi apar topar terk ederler. Kaçarken pek çok şeyi geride bırakırlar. Her nasılsa, geride kalanlar arasında Lefter adında 5-6 yaşlarında bir çocuk da vardır. Yağlıdere İlçesi’ne bağlı Hisarcık Köyü’nde boynu bükük kalan Lefter’e, köydeki Sabahat Ana sahip çıkar. Kendi torunu gibi sever, bağrına basar onu.
Lefter, annesi babası hayatta olduğu halde yetim ve öksüzdür.
Derin uçurumun kenarındaki hoyrat rüzgarların savurduğu bir kır çiçeği kadar yalnız hisseder kendini.
Bağlarını bahçelerini bırakıp giden anne-babası kardeşleri nerededir şimdi. Neden geri gelip kendisini de götürmezler…
Bu soruların cevabını bir ömür boyu bulamayacaktır Lefter.
Hisarcık Köyü’nde onun dışında her şey özgürdür. Sokakta oynayan çocuklar, gökyüzünde uçan kuşlar, çöplükte rızkını arayan tavuklar bile Lefter’den daha özgürdür. Tabiatın bu güzel köşesindeki köyde daha fazla kalamayacağını, her geçen gün biraz daha derinden hisseder Lefter.
Bazı geceler Sabahat Ana’ya hissettirmeden sessizce ağlar yorganının altında. Anadolu’nun bu yaşlı anası neden kendisine sahip çıkıyordu?
Neden evladı gibi seviyordu onu?
Köydeki arkadaşları onu ne zaman dışlasalar bu kadın neden, “O benim evladım dokunmayın ona” deyip sarıp sarmalıyordu? Lefter düşünür durur bunları.
Sabahat Ana’nın sükun içinde ezan dinleyişi, huzur içinde kıldığı namazlar çok etkiler Lefter’i. Sonraları bu duyguları savrulur gider.
İlkokulu Hisarcık’ta bitirir ama Lefter’in de takati biter.
“Sen Rum’sun, bizimle oynayamazsın” diyerek onu aralarına almaz arkadaşları. Lefter’in tazecik yüreğindeki sevgisi yer bulamaz köyde. Burada kalacak kadar kök salamaz toprağa. Köyü çok sever ama yaşlı bir anadan başka onu kimse kabullenmez.
Köylüler savaş yıllarında Rumların yaptıklarını unutamıyorlardı ama Lefter’in suçu neydi?
Kimse, Lefter’in masum bir çocuk olduğunu kabullenmek istemiyordu.
Lefter ne Hristiyanlığı öğrenebilmişti, ne de köydeki insanların tutumları yüzünden Müslümanlığı sevebilmişti.
Ara sıra “Sabahat Ana! Neden herkes senin gibi değil” dermiş Lefter.
Bu arada Sabahat Ana iyice yaşlanmıştır… Ona bir şey olursa köyde yapayalnız ne yapar Lefter. Bir gün Sabahat Ana’ya köyden ayrılacağını söyler.
Sabahat Ana çok üzülür, “Gitme kal oğlum” dese de aslında o da gitmesini istermiş, çünkü boyu iyice serpilmiş Lefter’in, köyde her an kötü şeyler olabilirmiş.
Lefter eskisi gibi sessiz de kalmazmış hakaretlere, isyan edermiş haksızlıklara.
Lefter’in masum ve güleç yüzünün derinliklerindeki hüznü, son defa seyretmiş Sabahat Ana.
Anasının elini öper ve bir gün erkenden köyden ayrılır Lefter, suçunu hiç öğrenemeden. Sabahat Ana harçlığını vermeden yola salmaz Lefter’i.
Gözden kayboluncaya kadar arkasından yaşlı gözlerle bakar.
Lefter de çok sevdiği Hisarcık’ı son defa buğulu gözlerle seyreder.
Önce Rusya’ya gider, sonra da Amerika’ya gelir ve Philedelphia yerleşir. Burada büyük araziler alır ve kısa zamanda zengin olur.
Lefter ne Hisarcık Köyü’nü ne de Sabahat Ana’yı unutur.
Neden bütün analar Sabahat Ana gibi değildir? O yüreğindeki sevgiyi nereden almıştır? Hisarcık Köyü’nün kırlarındaki çiçekler mi sunmuştur ona bu sevgiyi, diye düşünür Lefter.
Yıllar sonra ziyarete gelir Sabahat Ana’yı. Köye yaklaştıkça heyecanı artar, ayakları titrer. Dizleri yamalı pantolonla, delik ayakkabılarla az mı koşturmuştur bu tozlu yollarda. Sabahat Ana’ya elbiseler, hediyeler almıştır.
Çocukluğunda Sabahat Ana’nın verdiği o yamalı elbiselerden mi sinmiştir yüreğine bu sevgi, yoksa yedirdiği yemeklerden mi bilinmez, nur yüzlü meleğini çok özlemiştir. Ancak köye geldiğinde öğrenir acı haberi.
Sabahat Ana birkaç gün önce vefat etmiştir. Köylüler, mezarını gösterirler. Hafifçe bir toprak yığınının başında bir tahtanın üzerinde “Sabahat Çakır ruhuna Fatiha” yazısına mıhlanır çakır gözleri.
Lefter, Sabahat Ana’ya kavuşamayışına çok üzülür. Oysa ne hayaller kurar köye gelirken, evini yeniden yaptıracak, tertemiz döşeyecek, ahir ömründe onu bir güzel rahat ettirecektir ama olmamıştır. Beyaz mermerden bir anıt gibi yaptırır Sabahat Ana’nın mezarını. Sabahat Ana’nın temiz yüreğine de bu yakışır. Köyden ayrılmadan önce bütün köylüleri toplar Sabahat Ana’nın mezarının başına. İyiliklerini anlatır uzun uzun.
“Amerika’dan Sabahat Ana için geldim ama yetişemedim. Ben onun köylülerine onun hatırına bir iyilikte bulunmak istiyorum. Şu benim kartım, burada adresim ve telefonlarım var. Eğer bir gün gelmek isterseniz size iş bulurum, sahip çıkarım” der. Köyülerle tek tek vedalaşır ve arabasına binip ayrılır Hisarcık’tan. Aradan iki yıl geçtikten sonra köyden iki kişi, ‘bir gidelim bakalım Lefter’in dedikleri doğru mu’ diyerek buraya gelirler.
Lefter ilk gelen köylülerimizi görünce çok mutlu olur.
Onlara iş bulur, arazi alır, bağ bahçe sahibi yapar onları.
Sonra o iki kişi haber salar köylülere birer ikişer dökülür köylülerimiz buralara. Bugün sadece Philedelphia’da 2500 kişiden fazladır Giresunlular.
İşte böyledir buradaki bilimum Giresunlu’nun hikayesi.”
Konuşmaya gelen Bekir Bey dinlediklerinden öylesine etkilenir ki “Sizler bu gece bana çok şey öğrettiniz” der.
Sohbet samimimi bir havada sürmektedir. Postacı Mehmet yine söze karışır, “Bekir Bey kardeşim, bizler buralara gelmişiz, araziler bağlar bahçeler edinmiş, çok para kazanmışız ama çocuklarımızı kaybetmişiz.
Ne Kur’an biliyorlar, ne ezan, ne de cami. Biz bu kültür merkezinde ara sıra bir araya gelip kendi kültürümüzü hatırlamaya çalışıyoruz ama çocuklarımız birer Lefter olarak yetişiyor. Ne zaman ki sizler gelip buralarda Türk Okulu açtınız, çocuklarımız da o zaman bizim kültürümüzle yetişmeye başladı.”
“Siz buralara Sabahat Ana’nın ruhunu getirdiniz.”