HARUN TOKAK

Çığlıklar yükselirdi yanık çöl gecelerinden

Kızgın çöl, gün boyunca güneşin harlı ateşinde yandı durdu.

Nihayet gece, çölle beraber kerpiç evleri de karanlık avucuna aldı.

Mekke nefeslendi.

Hz. Sümeyye, toprak evin keçeden kapısını sık sık aralıyor, oğlu Ammar’ı gözlüyordu.

Gece ilerledikçe ana yüreğinin çarpıntıları da artıyordu.

Kerpiç evin keçe kapısını son defa araladığında, mehtabın aydınlığında, gelenin Ammar olduğunu fark etti.

Önce Ammar’ın ay ışığında kumlara yansıyan gölgesini, sonra da onu gölge gibi takip eden karanlık kişileri fark etti.

Yüreği ağzına gelmişti. Ammar içeri girince de takip edenler geçip gittiler. Belli ki bugünlük sadece iz sürmüşlerdi.

O günlerde sadece tespit yapılıyordu. Yakında inananlara karşı yapılacak amansız bir operasyonun ilk belirtileriydi bunlar.

Babası Yasir çıkıştı Ammar’a:

-“Oğlum neredesin sen? Son günlerde neden geç geliyorsun? ”

Sonra annesi tekrarladı aynı soruları.

Ammar konuşmak niyetinde değildi. Çöl kadar suskun, kızgın kum tepelerini aşmış gibi yorgundu.

Babası ısrar etti:

– “Oğlum nereye gidiyorsun geceleri?”

Hz. Sümeyye:

– ” Suskunluğun korkutuyor beni Ammar, neden konuşmuyorsun? Kimdi seni takip edenler? Belli ki tekin insanlar değiller, karanlık insanlar peşinde oğlum! Anlat, neler oluyor? Ammar, oğlum neden susuyorsun? ”

Daha fazla direnemedi Ammar, karar verdi konuşmaya:

“Ben Muhammed’e gidiyorum” dedi.

Çöl sıcağında yanan kerpiç evin içinde buz gibi bir rüzgar esti.

Yasir titremeye başladı… “Oğlum Ammar nasıl yaparsın bunu, nasıl gidersin? Bütün Mekke düşmandır ona! Biz yalnızız, yabancıyız, bizim buralarda kimimiz kimsemiz yok, öldürürler bizi.”

“Baba beni vazgeçiremezsin. O, Allah’ın tek yaratıcı, insanların da eşit olduğunu söylüyor. Hem de kız çocuklarının diri diri gömülmesine karşı çıkıyor. ”

Ammar’ın son sözleri bir ok gibi saplandı Sümeyye’nin yaralı yüreğine; “Muhammed, kız çocuklarının diri diri gömülmesini yasaklıyor mu?” dedi Hz. Sümeyye.

-” Hem de bir vahşet olduğunu söylüyor.”

Sümeyye acılarına yaslanıyor, gözleri kerpiç duvarların ötesine gömülüyor, hüzün damlaları süzülüyordu yanaklarından. Sonra kocasına dönüyor ve;

-” Yasir, biz iki kız kardeştik biliyor musun? Babam bir gün zavallı anneme; “Kızlara en güzel elbiselerini giydir, saçlarını güzelce tara, onları dayılarına götüreceğim” dedi. Bu sözlerin ne anlama geldiğini yüreği çöl yanığı analar çok iyi bilirdi.

Annem saçlarımızı gözyaşı yağmurlarıyla ıslatıp tarıyordu. Koklayıp koklayıp öpüyordu ıslak saçlarımızı. İkimizi birden bağrına basıyor, yanaklarımızı iki elinin arasına alıyor, gözlerimizin derinliklerine bakıyordu.

Biz, “Anne dayıma gidip hemen geleceğiz. Neden ağlıyorsun?” deyince iyice salıyordu kendini.

Öptü… Öptü… Öptü…

Babam, “Yeter artık!” diyerek kopardı bizi anamızın sımsıcak kollarından.

Çöl o gece bir başka karanlıktı, rüzgarları ayrılık için esiyordu… Korkular pusuya yatmış bekliyor, ağırlaşmış çöl rüzgarları bizi sürüklüyordu.

Çöl tepelerinden ay usulca ışıdı geceye… Evimizden bir hayli uzaklaşmıştık.

Babam, sımsıkı tutan ellerimizi bıraktı. Kumu kazmaya başladı. Biz de ona yardım ediyorduk, biraz sonra başımıza geleceklerden habersiz.

Önce ablamı itekledi çukurun içine. Ablam “Baba!.. Babacığım!..” diyerek yalvarıyordu.

Babam, ablamın yalvarışlarına aldırmaksızın kızgın kumlarla örttü üzerini.

Sıra bana gelmişti. Babam gözlerimin içine baktı. Beni gömmeye takati kalmamıştı. Elleri titredi, ağlamaya başladı, elimden tuttuğu gibi evimize geri getirdi.

Babamın yaralı yüreği, o gün biraz daha dayanabilseydi ben şimdiye çoktan toprak altında çürüyüp olacaktım. Masum kız çocukları, güneş kavruğu çölden önce anaların acılı yüreğine gömülüyordu.,. Sımsıcak ana yürekleri evlatlarına acının mezarı olmamalı. Bu günler gitmeli yeni günler gelmeli Yasir!.. Anaların ağlamadığı günler.

Biliyor musun Yasir? Hâlâ ablamın yanık çığlıkları yankılanır kulaklarımda.”

Töreler nasıl insanların kalbini bu kadar çölleştirdi.

Annem, çöl karasından acılarla dokunmuş, ateşten bir gömlek giymiş gibi günlerce inledi. Gözyaşları hiç dinmedi, içten içe yandı. Ancak birkaç ay dayandı. Gözlerimizin önünde kül oldu savruldu.

Oğlu Ammar’a döndü, yaşlı gözlerle:

– “Ammar git oğlum! O emin bir insandır. O bugüne kadar hiç yalan söylemedi.”

-Hangi günahından dolayı öldürülüyordu masum kız çocukları.

Yanık çöl gecelerinde zavallı kız çocuklarının çığlıkları neden yükselip duruyordu?

Neden kimse bu vahşete dur demiyordu?

Hz. Sümeyye bir kadındı. Bu vahşete isyan etti ve kızgın çöllerde can verdi.

Onun çöldeki tutsak çığlıkları, özgürlük ateşinin ilk kıvılcımlarıydı.

Hz. Muhammed’e bu konuda açık destek verenlerin öncülerindendi. İslam’ın ilk kadın şehidi olarak tarihe geçti.

Kadın hakları savunucuları, Hz Sümeyye’yi ne kadar tanıyorlardır bilmiyorum ama O, kızgın çöllerde can verirken o gün onu savunacak kimse yoktu.

Peygamber de çaresizdi. Peygamber’in, kızgın çölde güneşin yamacına yatırılmış, işkence gören Yasir ailesi karşısındaki çaresizliğini düşündükçe gözlerim buğulanır, yüreğim yanar.

Hz. Sümeyye hâlâ kadınlarımız için bir semboldür.

* * *

Haksızlıklara isyan eden başka bir kadın da Rosa Park’tır. O, “Siyah” bir isyan çiçeğidir.

Çok değil bundan 50 yıl önce, Amerika’da beyazlarla siyahlar aynı otobüste ayrı kompartımanlarda yolculuk ediyordu. Bir beyaz, Rosa Park’ın başına dikilerek “Kalk! Ben oturacağım.” dedi. Yerinden kalkmayan Park, haksızlığa isyan ettiği için, karga tulumba otobüsten indirildi ve karakola götürüldü.

Bu olaydan sonra bir yıl boyunca siyahlar işyerlerine ve evlerine yayan gidip geldiler.

Amerikan mahkemeleri, uygulamanın insanî olmadığı kararını verinceye kadar, otobüslere binemediler.

Beyaz Saray’da bugüne kadar iki zencinin cenaze merasimi yapılmıştır. Biri Martin Luther King diğeri Rosa Park’tır.

Rosa Park 2005 yılında vefat ettiğinde, ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice cenaze merasiminde “Rosa Park olmasaydı, bugün ben olmazdım” diyecektir.

* * *

Tarihin akışını değiştiren bir başka kadın da Hakim Hesna Şener’dir.

Denizli Mahkemesi’nde idamla yargılanan Bediüzzaman Hazretleri’nin davasında erkek hakimlerin cesaret edemediği bu zor karara gözünü kırpmadan beraat vermiştir.

İman davasına gönül vermiş milyonlarca vatan evladı bugün ona minnettardır.

Hemşehrisi Tahsin Tola’ya, “İbadetlerimi buralarda yapamıyorum, ne dünyaya ne âhirete yaradım” diye sızlandığında, Bediüzzaman Hazretleri kendisine selam göndererek “Ben onun ismini Gavsların, kutupların yanına yazarak dua ediyorum, inşallah onun iman davasına yaptığı bu büyük hizmet kurtuluşuna vesile olur” demiştir.

Bizim kadınımız, millî şeref ve asaletimizin temel taşıdır.

Bugün ne yazık ki, kadın hakları havariliği yapanların çoğu, onu sadece bir cismaniyetten ibaret sanarak büyük bir aldanış içindedirler.

Feministlerin bile kadın haklarıyla ilgili ileri sürdükleri nice anlamsız teklifler onu dejenerasyona uğratmaktan başka bir işe yaramamaktadır.

Kadın, fıtrat ve tabiatının sınırları içinde kaldığı sürece topluma daha yararlı olacaktır.

Dünya Kadınlar Günü vesilesiyle bu üç kahraman kadınımız kalemimize takıldı.

Tarihin akışını değiştiren o kadar çok kahraman kadın var ki… İlk kıvılcımları hep onlar tutuşturmuş, isyan ahlakını onlar geliştirmiş, nice isyan çiçekleri, kadınlara has o şefkat bahçesinde açmıştır.

Sonunu düşünenler, bu tehlikeli ve bir o kadar da önemli kıvılcımları tutuşturamazlar.

Leave a Comment

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.